Recent Posts

29 Nisan 2011 Cuma

Yassah Hemşerim Yassah !

Bir hikaye fikri geldi aklıma bu akşam . Hazır bloglara erişim yasağı da kalkmışken yazayım diyorum.

***
Göz yaşlarını silmiş yeni yeni rahat nefes almaya başlıyordu ilköğretim öğrencisi Özgür. Öğretmeni kuzeninin hediye ettiği kitapları okulda okumasına izin vermemişti. Hatta görmeye bile tahammülü yoktu ve kitapları çocuğun elinden almaya kadar götürmüştü işi. Özgür'ün babası Egemen durumdan haberdar olur olmaz olaya el koymuş ve her şeyin öğretmenin aşırı siyasi alınganlığından kaynaklandığını öğrenmişti. İlk fırsatta eşi Şehrazat hanımla konuşup oğlunun moralini yerine getirmek için bir lunapark planı yaptılar. Bu plan aile için de bir akşam gezmesine dönüşecekti. Öyle ki anne yeni aldığı eteği giymişti bile.

Arabada lunapark yolunda yapabildiklerimiz ve yapamadıklarımızdı , insanlardı hayvanlardı konuşurken konu dönüp dolaşım 99 yapımı Animal Farm filmine geldi. Aynı hikaye günümüz teknolojisiyle daha bir güzel yansıtılabilir sinemaya dedi Şehrazat. Son yıllarda çok iyi yabancı yapımlar var eminim kısa sürede yerlileri de bunları izleyecektir diye ekledi. Egemen konudan sıkılmış olacak ki lafı değiştirmeye çalıştı ve o gür sesiyle :" Şehrazat Hatun ! Keşke baldızı da getirseydik be , evde otur otur iyice şişmanladı internetin sosyal medyanın esiri oldu" Eşi Egemen Bey'in kız kardeşine bu tür laf vurmalarını eğlenceli bulsa da bu sefer yetişkin kız ne yapacağına biz karar veremeyiz diyerek sözü uzatmadı. Bu esnada sıcak olmuş olacak ki Özgür arka koltukta pencereyi araladı.

Lunaparka varınca ilk karşılaştıkları sarışın küçük bir kız çocuğu oldu annesi bugün çok şeker yedin diyerek pamuk şeker isteyen kızını azarlıyordu. Bir daha luna parka da izin yok !

Özgür bir oraya bir buraya bütün oyuncakları dolaşıyor elinde bir çıtır simitle de açlığını yatıştırıyordu. Anne ve babası da onu zevkle izliyordu. Şehrazat hanım iç çekti ve eşine dönüp :" Şuna binsem olur mu ki ? Çok mu kalabalık? "dedi. Egemen Bey baktı Şehrazat hanım yapamadı...
Şimdi oyuncakların yorduğu Özgür lunaparka giderken "Anne büyütücü bir hap olsa keşke. Küçükken her istediğini yapamıyor insan" demişti manalı bir şekilde.

Lunapark çıkışı aile her şeye rağmen mutluydu . Egemen bu mutlu anı ölümsüzleştirmek için fotoğraflar çekiyordu. Çıkışta otoparkın karşısında tam da oğlunu çekecekken komşu mekanın önünde bir güvenlik görevlisi yüksek sesle haykırdı. " Fotoğraf Yok ! Yassah hemşerim yassah ... Güne başlarken Özgür'ü vuran bir şeyler yapamama hissi şimdi gün biterken anneye ve babaya tesir ediyordu.

***

Bu yapılamayanların hikayesini bana yazdıran ne peki ? Haberlerde okumuşsunuzdur hikayede koyu renkle belirtilmiş kelimeler Telekomünikasyon İlteşim Başkanlığı (TİB) tarafından internette yasaklılar listesine alındı.

Onun için bu yasaklı kelimelere dikkat edin kullanmayın !

Bahsetmeden geçemeyeceğim öykü'nün (bakın hikaye yazmadım) arka planını oluşturan Lunapark Ful Yaprakları sayesinde düştü aklıma. Siz bakmayın benim yazıma yasaklarla tam bir zıtlık içerisinde pozitif bir blog. Tavsiye ederim !

Mutluluk kitabınız olsun

İyi haftasonları !TwitterTwitter'da paylaş

25 Nisan 2011 Pazartesi

House MD Müzikleri - En iyi 10 ( 2 )


Daha önce şu sayfalarda House dizisinde kullanılan müziklerden bahsetmiş ve kendi beğenime göre beşinci sezona kadar bir soundtrack albümü çıkarmıştım.Şu ana kadar bu bölümün Dalga İzlerinin en beğenilen ve ilgi çeken sayfalarından biri olması da beni ayrıca sevindirdi. Takiben birçok kişi Facebook ya da mail yoluyla mesajlar gönderip bu şarkılar hakkında sorular sordu. Bütün bunlar bir bir bakıma yalnız olmadığımı ve her yönüyle başarılı bir iş olan House'un müzikleriyle de birçok kişinin beğenisini kazandığını gösteriyor.

Bu birinci en iyi on müzik listesinin ardından 5.sezondan itibaren içinde bulunduğumuz 7. sezona kadar bölümlerde çalan şarkılardan bir seçki hazırladım. Bu hazırlamada yine dizide sahneler akarken duymaktan mutlu olduğum , ilk defa dizi aracılığyla tanıştığım , diziye yakıştırdığım kendime en yakın şarkıları sizle paylaşıyorum. Siz de kendi beğenilerinizi yorum bölümünde paylaşırsanız sevinirim.


Bu arada hatırlatmak gerekirse " tüm bölümleri izlemeyenler için istenmeyen görüntüler ve bilgiler içerebilir " bu yazı baştan uyarıyım.

1- Hugh Laurie - " Georgia On My Mind " S5B21- Saviors



On parmağında on marifet başrol oyuncumuz Hugh Laurie'nin piyano ve mızıkasıyla çaldığı parçayı listenin en başına aldım. Bölümlerin kapanışında duyduğumuz müzikleri nedense daha etkileyici buluyorum . Bu da onlardan biri . 1930'larda yazılmış 60larda Ray Charles tarafından meşhur edilmiş parçanın House yorumu bence şahane.

2- The Frames - "Seven Day Mile" S06B01 - Broken


Altıncı sezonun ilk bölümü kapanışında çalan Dublinli grubun bu şarkısı için diziye tesir eden Britanyalı Laurie etkisi diyebiliriz. Altıncı sezonun ilk bölümünü ne kadar çok sevdiğimden bu sayfalarda bahsetmiştim. Hatırlarsınız şarkı House'un rehabilitasyon için geldiği Mayfield'den ayrılırken çalıyor .

3- Fiona Apple -" Why Try To Change Me Now " S6B11 Remorse


Yine bir bölüm kapanışı şarkısı . Bu kadının sesini seviyorum.

4- Norah Jones - " Chasing Pirates " S06B14 Private Lives


Altıncı sezon ondördüncü bölüm açılışında kullanılıyor şarkı. Tematik olarak zekice kullanılmış bence. Blogcu kadın bilgisayar başında.

5- Black Lab " This Night " S07B16 Out Of Chute


Ne kadar dinlesem bıkmam.

6- The Pretenders - "Break Up The Concrete " S06B13 5 to 9


House müziklerini kim seçiyorsa iyi iş çıkarıyor dedirten bir şarkı daha. Genelde sabahları dinlerim ben ;)

7- Joe Purdy - " Good Days " S07B01 Now What?


İlk olarak Lost'ta tanışmıştım Joe Purdyle . Aynı şakı olmasa bile benzer tonda bir şeydi tam hatırlamıyorum.

8- A Fine Frenzy - " Whisper " S05B11 Joy To The World

http://fizy.com/s/1m12nt
Bir A Fine Frenzy olmalı en azından...

9- S.Carey - " In The Dirt " S07B18 The Dig

http://fizy.com/s/1o9qvf

10- Sia - " Breathe Me "


En güzellerinden biri ve listede olmazsa olmazdı. Açıkçası hangi bölümde kullanıldığını çıkaramadım. Belki de bölüm tanıtımlarındaydı...
TwitterTwitter'da paylaş

22 Nisan 2011 Cuma

The Hitchhiker's Guide to the Galaxy - Bir Otostopçunun Galaksi Rehberi

Filmin Orijinal Adı : The Hitchhiker's Guide To The Galaxy
Türkçesi : Bir Otostopçunun Galaksi Rehberi
Çekim Tarihi : 2005
Türü : Bilim Kurgu Komedi , Macera
Senaryo : Douglas Adams kitabından
Yönetmen : Garth Jennings
Oyuncular : Martin Freeman , Mos Def , Sam Rockwell , Zooey Deschanel

"İnsanın bu dünyada yaşayan üçüncü zeki yaratık olduğunu hatırla! "

Douglas Adams'ın çok okunur mu bilmem ama çok satan kitabının filme uyarlamasında sıradan bir adam olan Arthur uyandığında bir yıkım ekibi ve buldozerlerin evini yapılacak bir kestirme yol için yıkmak üzere olduğunu anlar. Arkadaşı Ford onu bulduğunda yıkımı engellemek için araçların birinin önünde yatmaktadır. Ford arkadaşını bir bara götürür ve onu başka bir gezegenden olduğu konusunda ikna eder. Döndüklerinde ev yıkılmıştır. Buna paralel olarak bir uzay gemisi görülür. Uzayda bir otoban yapmak isteyen uzaylılar bu yol üzerindeki engel olan Dünyamızı yok etmek istemektedirler. Daha önceden uyarılarda bulunsalar da günlük uğraşılarıyla çok meşgul olan, kendinen başka bir şey düşünmeyen "cahil" insanoğlu bu uyarıyı görmezden gelmiştir. Kahramanlarımız "havlularını" alır ve otostopla bu gezegenden kaçarken dünyamız havaya uçar ve yine o eski toz bulutu halini alır. Ve macera böylelikle başlar...

Film enteresan öyküsü ve komik olmasının yanı sıra İngilizlere özgü hicivlerle insanoğluna birçok eleştiride bulunuyor. Eğlenceli bulmakla beraber filmi defalarca izlememdeki asıl neden dayandığı felsefik temellerdir diyebilirim.

Dünya aslında koskoca evrende küçük bir nokta gibidir deriz ya hani. İnsan benmerkezcidir. Yaşarken sadece o vardır. Değil etrafında sürüp giden bir hayat kendisiyle ilgili olmayan hiçbir şeyle ilgili değildir. Sadece kendini var görür ve geri kalan diğer insanlar ve doğa başta olmak üzere ne olursa olsun her şeyi bir kenara atar.

Filmde üzerine yazmaya değer bir oyuncu ekibi oynamış. İngiliz oyuncu Stephen Fry da aralarda sesiyle baya baya bir öne geçmiş. Bunların dışında manik depresif ve daima kötümser robot Marvin ve Vogonlar dikkat çekici.

Vogonlara ayrı bir paragraf açmak istiyorum. Dünyalı hemşerimiz Arthur ve arkadaşı Ford ilk otostopta bu yukarıdaki sevimli (!) uzay halkının mekiğine misafir oluyor. En fazla dikkatimi çeken özelliklerinden birisi son derece bürokratik olmaları. Her işlerini kağıda döküyorlar. En basit işi halletmek için bile tabandan tavana dilekçeler gidiyor. O derece iğrençler yani. Başkanın mühürlü onayından sonra işleme giriyor her şey. Bu taş vurmanın daha iyisini ancak Orwell yapardı gibi. Bir de kötü şiir yazıyor bu yaratıklar...

Bilimkurgu sevenler için fazla bir şey söylemeye gerek yok. Film uzayda uzay mekiklerinde bizim uzayla ilgili tasarladığımız o hayali öğeler içinde geçiyor. Buna ek olarak romantizm de serpiştirilmiş Zooey Deschanel'e rol verilerek.

Uzatmayım kapağında "Dont panic"(panik yapma)yazan kitabını henüz okumadım ama film gayet eğlenceli . Maceraya ortak olmak , belki bazı şeylerin değerini bilmek , etrafımıza dünyamıza her iki anlamda da daha iyi "bakmak" , bir şeyler öğrenmek ve ders almak ve gülmek için izliyorum ben.TwitterTwitter'da paylaş

18 Nisan 2011 Pazartesi

Murakami ve Harika bir fikir

Önyargılarım nedeniyle neler kaçırdığımı farketmeme bir başka nedendir Murakami. Japonlar, Japonya ve hatta genelleme yapıp bütün gözü çekik arkadaşlara yersiz bir önyargıyla mesafeli durmuşluğum vardır. Murakami okumaya başlayarak Japon edebiyatına giriş yaptım ve bu önyargıdan en azından onun kuruluğundan kurtuldum diyebilirim. Murakami kitapları ve sonra takiben Miyazaki filmleri... Eserlerini tavsiye ederim . Her dönem masala ihtiyacı olanlar için...

Murakami kitaplarından uzun uzun bahsetmek gerekir biliyorum ama bu yazıda başka bir konu odaklı yazacağım. Murakami okuru moda blogu yazarı Sera Hur kapak dizaynını birçoğumuzun beğendiği Murakami kitaplarını sokak modası fotoğrafçısı The Sartorialist'in fotoğraflarıyla eşleştirmiş. Ne harika bir fikir ! Orijinali John Gall tarafından tasarlanan kitap kapakları aynı renklerin görüldüğü bu moda fotoğraflarıyla birleştirilmiş. Yansıyan renklerin yanı sıra eşleştirirken kitabın ruh halini taşıyacak fotoğrafları da seçtiğini söylüyor sanatçı ruhlu blogcu.

En beğendiğim fotoğrafa en başta yer verdim. Sahilde Kafka Murakami'nin ilk okuduğum kitabıydı . Belki de ondan biraz fazla değer veririm.






Yukarıdaki Haşlanmış Harikalar Diyarı ve Dünyanın Sonu Kitabı kapağıyla eşleştirilen fotoğrafta renklerden ziyade kitabın duygu durumu ile uyum dikkat çekici.







Şimdi aynı fikre başka kitaplar ve başka fotoğrafları eşleştirerek devam ediyor bu kişi. Ne deyim takdir ettim ! Ne orijinal fikirli insanlar var...

Bu arada Murakami'nin okumadığım kitaplarını okuyayım ben.TwitterTwitter'da paylaş

13 Nisan 2011 Çarşamba

Reklamın iyisi kötüsü olur...

Son yıllarda reklamcılık sektörünün ülkemizde geliştiğini düşünürdüm. Belki öyleydi de...Yabancı televizyonlarda görünen en dikkat çekici en iyi denebilecek reklamlar şu bizim komedi programlarında yayınlanan tek tip reklamlar gibi görünüyordu. Görüyorum ki işler iyice sözüm ona bir şark kurnazlığına çekildi...

Dayanamıyorum yazıyorum . Sırf hani bu adamlar reklamcılık işini çok iyi biliyorlar ya belki halkın tepkisini bir şekilde ölçen adamları vardır da google'dan arayıp sayemde bir iki fazla olumsuz fikir görür de belki bazı şeylerden vazgeçerler. Belki de fikirlerimi beyan edip rahatlamak istiyorum yine sadece...

Tahmin edeceğiniz üzere konumuz şimdilerde zırt pırt her program arasında çıkan 118 33 reklamı. Hani işi çok iyi bildikleri için tekrar tekrar akılda kalacak şekilde yineliyorlar. Ben de yineleyim burada 118 33. Akılda kalsın çünkü bu numarayı kullanmayacağımdan emin olabilirler.

Reklamın iyisi kötüsü olmaz diye düşünülür. Reklam kötüyse dahi bir şekilde izleyenin aklında kalmış ve görevini yapmıştır kimilerine göre. Güyâ !!! Bu sanırım benim için geçerli değil diyeceğim. Güzel ve sevdiğim bir reklamın bana aldırdığı bir ürün var mıdır bilmiyorum varsa bile çok azdır ama sevmediğim bir reklamın beni o üründen uzak tuttuğu daha çok olmuştur. Maçların en heyecanlı anında sağdan soldan ekrana giren , tribüne asılmış havası veren ürünleri inadına almıyorum. Burada yine yüksek sesle duyurayım.

Bugün birkaç haber sitesinde denk geldim. İşte tüm ülkeyi gıcık eden adam diye haberlerini yapmışlar. Bilmiyorum " gıcık olduğumuz adam çıkmış " ya da "gıcık olduğumuz adamı haber yapmışlar " bir bakalım gibi bir havamız mı var ? Şunu biliyorum zor durumda kalsam ihtiyacım düşse dahi en iyi ücret imkanını sunsalar dahi benzeri ama daha az saçma olan 118leri tercih edeceğim çünkü bu reklam izleyenlere bir hakaret unsurudur.

Reklamı yüzünden kullanmamayı tercih ettiğim ürünlerden bir ikisini ekleyim de renklilik olsun hem :


Reklamda hedef genç kitle. Mekan bir kütüphane(!). Herkes ders çalışıp kitap okurken birden Privacy etkisiyle parti insanı oluyorlar. Güzel de ben anlatılmak isteneni sanırım anlamadım . Neden bir kütüphane ? O uçuşan kağıtlara sinir oluyorum bir de. Ürünü yüceltirken kitabı kağıdı alçaltmayı anlamıyorum. Parti yapalım mesajı iyi güzel de neden kitabı boşverelim ? Privacy sever ve kullanırDIM.


Benzer bir reklam. Bu sefer mekan bir okul. Aynı kutuplaşma ve yine uçuşan kağıtlar...TwitterTwitter'da paylaş

8 Nisan 2011 Cuma

Italo Calvino - Görünmez Kentler

Görünmez kentler İtalyan yazar İtalo Calvino’nun bir kısa romanı. Kitap tecrübeli doğulu hükumdar Kubilay Hanla Venedikli seyyah Marco Polo arasındaki muhabbetlerden oluşuyor. En güzel yön de bu ki ikili aynı dili konuşamasa da işaret diliyle , imalarla ve birtakım nesneler kullanarak anlaşmaya çalışıyor. Benim dikkatimi çekmek için bu kadar bilgi yetmişti. Bu kitabı diğer kitaplardan ayıran bu yukarıda saydığım özellikleri merakımı artırdı. Edindim ve moda tabirle bir çırpıda okudum.

Kitabın önsözünde Calvino şunları yazmış : "Görünmez Kentler bildik kentler değil ; kurmaca kentlerdir. Hepsine birer kadın adı verdim ; kitap kısa kısa bölümlerden oluşuyor. Bu bölümlerden her biri, her kent için ya da genel anlamda kent kavramı için geçerli bir ipucu sunmalı."

Marco Polo'nun Kubilay Han'a sunduğu bu 55 kent şiirsel bir dille okuyucuya sunuluyor. Kentlerin akla getirdikleri yine bu ikili arasında 5-10 şehir sunumu arasında kısa görüş alışverişlerine neden oluyor.

Anlatılan şehirler hayali gizli bir güce sahip gibi. Yazarın sayesinde şehrin mimarisi ve yaşayışının içinde buluyor okuyan kendisini. Polo belki de hayalindeki özlemindeki kentleri anlatıyor,bizler de belki aynı düşüncelerle kendi şehirlerimizi kuruyoruz. Şehirler önemlidir ve şehirlerin insanlarla bağı daha da önemlidir bence. Calvino'nun kitabında her şehir bir karakter taşıyor ve hepsinin bir düşünce sistemi var sanki...

En yalın öğeleri anlamak için bazen karışık olmak gerekir.Kitabın da biraz böyle bir yapısalcı havası var. Gerçekleri anlamak için biraz hayal ve masal da gerekir . Son zamanlarda böyle gerçeküstü ya da masalsı şeylere yöneldim. Gerçek ve hayal birbirinin sağlaması gibi. Aralarında ince bir perde var.

Kitabı okuduktan sonra internetten baktım da kitap birçok görsel sanatçıya ilham kaynağı olmuş. Nora Sturges'ın çalışmalarını ben çok beğendim. Hayal güçlerimize sınır koymak gibi olmasın ama Calvino'nun kitabında anlatılan şehirler Sturges'a göre böyleler :



Kitabın etkisinde ayracı sayfaların arasına bırakırkenki anlardan birinde çok güzel bir şarkı denk geldi. Sezen Aksu - Düş Bahçeleri . Kitabı okudum , kafamda filmini çektim ve soundtrack albümünün en başına da bu şarkıyı koydum. Bence tam da uydu !

TwitterTwitter'da paylaş

5 Nisan 2011 Salı

Audrey Hepburn Okurken

Audrey Hepburn'ün kitap okurken çekilmiş fotoğraflarının bolluğu dikkatimi çekti.
Ne kadar çoklar ! Birkaç tanesini biraraya getirip paylaşayım istedim. En sevdiklerim 4 ve 5. sıradakiler.

Kitap okumak "güzeldir" !

















TwitterTwitter'da paylaş

3 Nisan 2011 Pazar

Camera Lucida - Roland Barthes

Fotoğraf tutkunu arkadaşlara önerebileceğim güzel bir kitap olan Camera Lucida fotoğraf konusunda bir temel eser olarak gösteriliyor. Kitabın yazarı Roland Barthes kitapta kabaca fotoğrafın aslında ne olup ne omadığının yorumunu yapıyor. Bu felsefik düşünceleri bize aktarırken bazı fotoğraflardan da faydalanıyor kitabında...

Kitaptan Richard Avedon'ın çektiği köle William Casby portresi.

" Fotoğraf üzerine yazma tutkumun açığa çıktığı bu karmaşa ve ikilem , aslında sürekli olarak çektiğim bir sıkıntıyla ilgiliydi : biri anlatımcı,diğeri eleştirel iki dil arasında savrulan bir özne olmanın sıkıntısı "

Her ne kadar hızlı bir okuyucu olsanız da duraksayıp düşünmenize neden olan kitaplardan Camera Lucida. Aslında fotoğrafçı olmayan birinden fotoğrafla ilgili çarpıcı detaylar almak ilginliğini yaşıyorsunuz. Yapılan yorum ve bakış açıları bizlerin de bu konular üzerine kafa patlatmamızı sağlayacak cinsten. Kitabı okurken aslında ne büyük bir fotoğrafçıyım ya da tam tersine fotoğraf mı o da ne ki diyebileceğiniz bir eser.

Yazarın fotoğrafın ne olup ne olmadığı üzerine ortaya koyduğu fikirleri okuyunca her cümleyle zihninizde yorumlar oluşacak.

Çektiğiniz ve seyrettiğiniz fotoğrafları bir şaheser ya da değersiz kağıt parçaları olarak göreceksiniz.TwitterTwitter'da paylaş
Blog Widget by LinkWithin