Recent Posts

25 Aralık 2010 Cumartesi

Il Postino - Postacı

Filmin Orijinal Adı : Il Postino
Türkçesi : Postacı
Çekim Tarihi : 1994
Türü : Dram , Biyografi
Yönetmen : Michael Redford
Oyuncular : Massimo Troisi , Philippe Noiret ve Maria Grazia Cucinotta

Sıradan bir postacı ünlü bir şaire posta taşırken şiiri ve sevmeyi öğrenir...

Şair Pablo Neruda politik nedenlerden ötürü küçük bir İtalyan adasına sürgün edilir. Neruda'nın gelişi ile artan posta işlerine çare olması umuduyla yaşlı bir balıkçının işsiz oğlu işe alınır. Okuma yazma bilmesine rağmen pek de iyi eğitim görmemiş postacı aslında tanımadığı şaire postalarını kendi elleriyle götürecektir. Bu getir götür sırasında şairin dostluğunu kazanır. Metaforu , şiiri , aşkı ve hayatı anlamaya başlar. Bir gün gerçek aşkı bulduğunda Neruda'ya her zamankinden çok ihtiyaç duyacaktır.

Aslında filmin önemi bir şekilde Pablo Neruda'nın biyografisi niteliğini de taşımasından diye düşünüyorum. Neruda sahiden de İtalya'ya sürgün edilmiş ve Capri adasında bir süre yaşamış olduğuna "Yaşadığımı İtiraf Ediyorum" adlı eserinde değiniyor. Ancak burada kurduğu arkadaşlıklar ve yaşanmışlıklar bu filmdeki gibi mi yoksa bu aktarılanların en azından bir kısmı kurgudan ibaret mi tartışılır.

Şairin biyografisinden öte film bize basit bir postacı olan Mario Ruoppolo'nun kendini gerçekleştirme sürecini ve gelişimini sunuyor. Bizlerin saf , dürüst Anadolu insanı tarifinin İtalyan karşılığı olan bu karakter bu süreç boyunca hayatı öğreniyor ve her anlamda gelişiyor. Neruda'ya olan sevgisi onu öncesinde hiç düşünemeyeceği yollara sürüklüyor. Bir balıkçı kasabasında doğanların balıkçı olması gerektiği düşüncesini kendi içinde yıkıp o da hayranı olduğu insan gibi bir dünya insanı olmanın gereklerini yapmaya başlıyor.

Hep böyle olur. Sevdiğim filmlerde genellikle kusur bulamam. Onun için bu filmle ilgili - birçok olmasına karşın - en sevdiğim şeyleri sizlerle paylaşmak istiyorum.

Öncelikle postacıyı oynayan Troisi'nin oyunculuğuna hayran kaldım. Bu kadar olur. Benzerine kolay rastlanamayacak bu oyunculuğun sahibini biraz araştırdığımda filmden bir süre sonra vefat ettiğini öğrendim. Daha çok filmini izlemek isterdim. Pablo Neruda isminin kendine kattığı bir anlam var doğal olarak ama ya o postacı karakteri... Süper !

Neruda ve postacı arasında geçen konuşmalar. Özellikle besleyici özellikle anlam dolu. Birinde şiirin tanımı bir diğerinde hayatın özeti geçiliyor neredeyse. Adını bile söyleyemediği "metaforu" yine aynı o postacıyla ancak bu şekilde tartışabilir bir şair.

Hele bir sahne var ki Neruda postacıya kendi şiirlerini kullandığı için tabiri caizse çıkıştığında postacı ona : " Şiir yazarına değil ihtiyacı olana aittir. " cevabını veriyor. O kadar sevdim bu sözü...

Kısım kısım filmde Neruda şiirlerine de yer veriliyor. Şair arkadaşına sevgi yüklemesi yaparken izleyenlere de bu yüklemeyi aşılamış oluyor.

Film müziği de o kadar güzel tıpkı çekildiği mekan gibi.

Sonu hüzünlü bitiyor ama o bile ne çok şey anlatıyor.

İçinizde , var olan her şeye dair bir sevgi varsa onu artırmak adına izlemenizi tavsiye ederim bu "güzellikler" filmini.TwitterTwitter'da paylaş

20 Aralık 2010 Pazartesi

Yalnızlığın iyi halleri

Yekta Kopan'ın Sait Faik Hikaye Armağanı alan sade , çeşitli yalnızlık türlerine vurgu yapan güzel öykü kitabından en sevdiğim beni en çok anlatan ve okuduğumda ne kadar şu son zamanlardaki ben olmuş bu kısım dediğim bölümü paylaşarak başlıyorum :

"Türlü Yalnızlık

Çok kişilik

Malzeme : 1 kişi . 1 şehir

Hazırlanışı : Çok çabuk hazırlanabilir, ancak zamanla kazanılabilen bir el becerisi gerektirmektedir. Şehir bir dişi olduğundan daha çok erkeklerin damak zevkine uygundur. Sonucun güzel olabilmesi için dokusu , kokusu güzel bir şehir bulmak gerekir. Yalnızlığa yeterince acıkmış olunan bir anda , korunmasız bir ruh haliyle şehrin sokakları arşınlanmaya başlanır . Her sokağa , kaldırım taşına , elektirik direğine , binaya ( özellikle tarihi dokusu olanlara) farklı anlamlar yüklenerek gün boyu dolaşılır. Çevredeki insanların konuşmalarına kulak kabartılır.Her biri için bir hikaye düşünülür. Dalgınlaşılır. Yalnız insanın yüzünde hüzün , mutlu çiftlerin gözünde kahkaha , gençlerde heyecan , yaşlılarda ölüm aranır. Bütün bu duygular şehrin değişik yerlerine adanır. Arada bir baş yukarı kaldırılıp gökyüzü seyredilir. Ancak bunun yapılması umutları artıracağından lezzeti bozacaktır. Artık şehir tümüyle yalnızlığa dönüşmeye başladığında , yürüyüşe son verilerek bir duvar dibinde oturulur ve duygular soğumaya bırakılır. Sonbahar sıcaklığına ulaşıldığında , türlü yalnızlık da servise hazır olur. Afiyet olsun ! "

Ne kadar doğru tesbitler var. Kitabı okumayanlara öneririm.

Yalnızlık aslında birçok insanda olumsuz çağrışımlar yapar. Kötüdür , bezginlik ve yılgınlık olarak anlaşılır kimine göre de. Ancak düşünüldüğünde bu olumsuz sıfatların aksine yalnızlıkta büyük bir enerji potansiyeli ve güzellik vardır. Tat almayı bilene türlü lezzetler ve güzelliklerle doludur. Evet, yalnızlık bir enerjidir. Ancak bu bir güzelleme değildir. Bu enerji potansiyeli kullananın tutumuna göre farklı şekillerde açığa vuracaktır. Çok iyi şeylere ilham da olabilir istenmeyecek felaketlerin nedeni de...

Özellikle kişinin kendi tercihiyse (!) içinde vazgeçilmez bir alışkanlığı da barındırır. Hiç bir zaman paylaşılamayacak eşsiz bir şeydir. Direksiyonunu eline alanlar için huzur kaynağı da olabilir. Bu kişiler renkli kişilerdir ve de...Evet yalnızların çoğu "renkli" kişilerdir.

Kimine göre zaten yalnız gelmişizdir ve öyle gideceğizdir bu dünyadan , kimine göre de kabullenilmezdir. Bana göre güzel şey değildir yalnızlık münasip yerde münasip zamanda uğraması yeterlidir sadece.

Güzel bir şarkı ile :

TwitterTwitter'da paylaş

10 Aralık 2010 Cuma

Av Mevsimi

Av Mevsimi
Türü : Polisiye , Dram
Yönetmen : Yavuz Turgul
Oyuncular : Şener Şen , Cem Yılmaz ,Çetin Tekindor

Testere'nin üç boyutlu 7.sini izlemekle Av Mevsimini izlemek arasında gidip geldikten sonra hem üç boyutlu da olsa 7. de diğer 6sına benziyordur hem de Türk sinemasına iltimas geçeyim diyerek Av Mevsiminde karar kıldım. İyi ki de öyle yapmışım bir hafta boyunca her yerde sorulan , konuşulan bir filmi seyretmiş oldum.

Öncelikle son dönem Türk sinemasında pek de yer bulmayan polisiyenin bu filmle gündeme gelmesi beni çok memnun etti. Bunda polisiyelerin Amerikan dizi sektöründe geniş yer bulması ve bunların da ülkemizde kabul gördükten sonra bizimkilerin de bu talebe arzla karşılık vermesinin etkili olduğunu söyleyebiliriz. Polisiye güzeldir . Sanki filmde olayların içindeki polismişçesine izleyeni zorlar oturduğu koltukta. Oyuncuların girdiği girdaplara izleyenler de girmiş olur böylece. Güzel olmasına güzeldir polisiye ve zorlayıcıdır ama öncesinde senaristleri zorlamalıdır. Öyle ki Av Mevsimi filmiyle ilgili eleştireceğim en temel özellik senaryosundaki zaafiyettir. Polisiye filmlerde olay örgüsünün nasıl sonuçlanacağı merak konusu olmalıdır. Filmi ilginç yapan da bu olay örgüsünün sanki çözülmeyecekmiş hissi veren karmaşası ve bir şekilde çözülmesidir. Ancak bu filmde maalesef bütün son filmin yarı yerinde izleyenlerin önüne göstere göstere servis edilmiş. İzlemeyenler için detay vermek istemiyorum ama ortalama zekaya sahip olduklarını sandığım birçok kişinin filmin yarısından sonra sıkılıp telefonlarından saatlerine baktıklarına tanık oldum.

Kötü senaryo normalde özellikle de bir polisiyeyi kötü yapmaya yeter ama Şener Şen'in ve Cem Yılmaz'ın oyunculukları filmi kurtarıyor. Filmdeki karakterler yerli yerinde ve oturmuş. Oyuncuların bir hareketinden bile oynadıkları karakterlerin kişiliklerini anlamak mümkün. Özellikle Cem Yılmaz'a ayrı bir parantez açmak gerekirse kendi filmlerindeki rollerinin çok çok üzerinde bir performans sergilediğini söylemem gerek. Oynadığı karaktere , o uç karakterin özelliklerine oyunculuğuyla ayrı bir değer katmış.
Film izlemeyenleri arasında bile Cem Yılmaz'ın filmde söylediği - sanırım bir Kazım Koyuncu türküsü - Hayde türküsüyle maşhur oldu. Ben filmlerde ya da dizilerde oynayan karakterlerin Karadenizli ya da Güneydoğulu olmasının güzel bir pazarlama stratejisi olduğunu düşünenlerdenim. Bu da iyi tuttu. Filmde daha sahneyi izlerken millete facebookta paylaşacak bir malzeme daha çıktı dedim. Bir şarkı daha var yine Karadeniz türküsü. Eskiden Emine vardı şimdi de Asiye dikkatimi çekiyor. Her Karadeniz türküsünde bir Asiye var.
Benim dikkat çekeceğim nokta ise Cem Yılmaz'ın bir bar sahnesinde söylenen Ete Kurttekin - Benden adam olmaz şarkısı. O sahnede Cem Yılmaz oyunculuğuyla bir üst noktaya çıkıyor. En azından Hayde kadar bir teveccühü hakediyor.

İşte beğendiğim sahne o şarkıyla

Sonuç olarak basit bir hata gibi görünen belki de bir ipucu vermek adına bana göre zayıf düşürülmüş olay örgüsü ve üstün performansıyla usta oyunculara sahip bir film olmuş. İzlemeye değer güzel bir film.TwitterTwitter'da paylaş

27 Kasım 2010 Cumartesi

Kimleri fotoğraflamak isterim ? - 1

Ara sıra aklıma bu soru gelir ya bir portre fotoğrafına bakarken ben olsam nasıl çekerdim derim ya da bir sinema filminde veya televizyon programında görür o an yakaladığım bir kareye imrenirim. Birçok fotoğraf çekenin olağan sorusudur bu belki de : Ben kimleri fotoğraflamak isterim ya da isterdim ? Aklıma ilk gelenleri hemen burada olabildiğince nedenleriyle paylaşayım diyorum.

Her fotoğraf sevenin portre fotoğrafında aradıkları ondan bekledikleri vardır şüphesiz. Kimi estetik düşkünüdür. Hatta çoğunluk bir kısım böyle diyebiliriz yanılmıyorsam ancak ben sanki daha çok anlam arıyanlardanım. Bir moda fotoğrafında bir kıyafet, takı ya da makyaj tanıtımında estetik kaçınılmaz oladabilir ama bence bir portre fotoğrafı bazı duygular hissettirmeli insana başta bakış , duruş , mimikler ya da başka detaylarla...

1- Rowan Atkinson

İlk olarak aklıma Rowan Atkinson geliyor. Üstün yetenekli oyuncunun özellikle de Mr.Bean karakterine verdiği hayat kesinlikle tartışılmaz. Çoğu tiyatrocu için "binbir" surat denir ya bizlere sevinç , keder başta olmak üzere bütün duyguları yaşatmaya çalışır onlar. Sanırım bunu kabiliyetle yapanlardan Atkinson. Üstelik bence iyi oyuncu iyi fotoğraf verir. Onu fotoğraflamak değişik duyguları yüzünde yakalamak eşsiz bir deneyim olurdu şüphesiz. Yukarda kolajladığım fotoğrafları ben çekmek isterdim.

2. Audrey Hepburn

Zerafet ve zarif kelimeleri anlamına ne kadar yakışan kelimeler. Bunları Audrey Hepburn için de kullanabiliriz bence ona da yakışır. Popüler olmaya başladığı tarihlerden ölümüne yani doksanlı yıllara kadar çektirdiği bütün fotoğraflar özenli. Bunda aktrisin fotoğrafa verdiği önem de rol oynuyor olmalı. Fotoğrafın sinemadan daha zor olduğunu belirttiği " Kötü bir filmi iyi pazarlamayla kurtarabilirsiniz ama kötü bir fotoğrafı hafızalardan silemezsiniz." sözünden bunu anlamak mümkün. Yine fotoğraf çekimlerinden önce özenle hazırlandığı kendi makyajcılarını yanında taşıdığı ve hatta uykusunu almadan çekimlere gitmediği biliniyor.Doğal olarak bu nedenlerden şu da kötü diyebileceğimiz bir fotoğrafı dahi yok bence.

3.Jeanette Winterson

Bu fotoğrafa özellikle yer verme gereği duydum çünkü portre fotoğrafta aradığım manayı özetliyor. Birkaç hafta önce Radikal kitap ekinde farkettim.( Yeni radikalin fotoğraf seçimlerini ayrıca beğeniyorum belirtmeden geçemeyeceğim.) Haşmet Babaoğlu'nun da farkedip köşesinde yer vermesi üzerine ayrı bir sevdim. Bakın fotoğraf için Babaoğlu ne diyor : " Sevdiğim yazarın fotoğraftaki ifadesine takıldım kaldım. O nasıl bitkinlik ve burukluktur yarabbim! Winterson'un yüzü sanki şöyle diyor bakanlara: "Anlıyorum, anlıyorum, anlıyorum... ve anlamaktan çok yorgunum!" "
Fotoğraftaki bakış o ifade , o doluluk portre fotoğrafın nasıl olması gerektiğinin açıklaması gibi. Çekene çok imrendim.

4- Salman Rushdie

Aslında Christopher Felver'ın çektiği bu fotoğraf bana yazar Rushdie'nin karelenmesi gerektiğini düşündüren ilk şey oldu. Hiçbir kitabını okumadım hakkında da çok az bilgim var. O genelde Hintli ve Araplara özgü olan yarı kapalı göz kapaklarının altındaki bakış bence farklı bir hava katmış. Bu fotoğraftaki kompozisyonu seviyorum.

5- Albert Camus

Bu da hoş bir portre. Hani hep denir ya "habersiz çek şöyle doğal olsun" diye işte Albert Camus'nun balkonda sigara içerken görüldüğü bu fotoğraf da onlardan. Baktığımda ne kadar Camus çıkmış burada diyorum . O kadar doğal !

Bu listenin devamı gelir sanırım ...TwitterTwitter'da paylaş

11 Ocak 2010 Pazartesi

Tek "sponsorum" Türk Hava Yolları

Spor haberlerini takip edenler beğenelim beğenmeyelim dünyanın şu an en iyi futbol takımı Barcelona'nın Dünya Kulüpler Şampiyonası için Abu Dabi'ye Türk Hava Yolları ile uçmasıyla bu sponsorluk anlaşmasından haberi oldu.

İnanamadım ve olabilir mi diye baktım hemen Katalan kulübün resmi internet sitesine. Gördüklerime inanamadım mı deyim çok gururlandım mı deyim bilmiyorum bu karışık duygular içerisinde kaldım. Hala inanamıyorsanız bir de siz bakın. fcbarcelona.com ... Sahiden de Türk Hava Yolları dünya futbolunun zirvesindeki takımın en önemli üç beş sponsorundan birisi durumunda. Kendilerinin Real Madrid'e de teklifte bulunup Katalan ekibi Barcelona'nın sponsorlarına bozulan ve ekibin Türk Hava Yolları ile dikey uçuşlarına izin vermeyen İspanyol sivil havacılığının da gönlünü almasını diliyorum...

Bu yeni sponsorla konforlu uçuşta karnıyarık , döner yemek uğurlu gelmiş olacak ki Barcelona altıncı kupasını da alarak bu sezon alınabilecek bütün kupaları müzesine götürdü. Peki tarihi başarı bir tesadüfün eseri mi?

Yukarıda Barcelona çalıştırıcısı Josep Guardiola'nın 2008 yazında göreve başlarken çekilen imza töreni fotoğrafıyla şu yaşadığımız günlerdeki halini görüyoruz.
Bu fotoğraf büyük bir dünya kulübünde yeni göreve başlayan bir teknik adamla bir sezonun bütün altı kupasını almış ama dağılmış , çökmüş bir teknik adamın farkını açıkça ortaya koyuyor.Bu fark şunu düşündürüyor Pep Guardiola en başa dönmek ister miydi acaba?TwitterTwitter'da paylaş
Blog Widget by LinkWithin