Recent Posts

20 Kasım 2011 Pazar

Çanlar Kimin İçin Çalıyor - Pilar ve 10.Bölüm


Çanlar Kimin İçin Çalıyor'u bitirdiğimde bu zamana kadar neden okumamışımdan çok iyi ki şimdi okumuşum dedim. Ve iyi ki Hemingway okumaya başlamışım. Eminim henüz okumadığım kitaplarında da bir dolu hazine gizli.

Evet hazine...Okumayı bitirdiğim bir kitabın ardından kitapla ilgili detaylı bir yorum yapamayacağımı düşünüyorum. Öyle ki bu güzel eserdeki bir kelime için bile bir paragraf açmaktan korkuyorum. Bu yazıda ilk olarak kitabın içinden iki hazine bulup çıkarmak bu çerçevede resmin geri kalanına fırça lekeleri gibi görüşler dokundurmak istiyorum.

Karakterlerden Pilar ve kitaptaki 10. bölümden ilk etapta Çanlar Kimin İçin Çalıyor üzerine bunlar hakkında yazmak isteyecek kadar çok etkilendim.

Pilar , bana göre kuşkusuz kitaptaki en renkli ve çözülmesi en zor karakter. Yarı çingene ilk başta bize bir gerilla lideri olan "Pablo'nun kadını" olarak tanıtılıyor. İlerleyen sayfalarda Pablo'nun grubun sözde lideri olduğu anlaşılıyor çünkü grubun birçok yönden önderliği Pilar'ın elinde bulunuyor. Güçlü , anaç , geniş , kimi zaman edepsiz kimi zaman duyarlı bir kadın Pilar. Romanı roman yapan birçok gelişmenin oluşumunda etkili olduğu için de önemli bana göre . Gerek Robert ve Maria'yı bir aşk macerasına itelemesi olsun gerek savaşçıların El Sordo'yla yaptığı işbirliğine aracı oluşu olsun. Aynı zamanda dağdaki grubun anneliğini de yapıyor bir bakıma. Yemeklerini yapıp yediriyor içkilerini veriyor. Robert Jordan'ın çantasını dikiyor hatta. Kısacası onu tanıdığımız bölümden itibaren bir güç dayanak sembolü Pilar. Anafikirin ilerlemesine yardımı dışında enteresan özellikleri de var. Gizemli , batıl inançlara sahip. Kurduğu ilkel güçler ve kaderin önemi bağı, ölümün kokusunu hissettiği iddiaları , el falı bakması ile belki de bilerek karakterine özellikler katıyor. Hemingway kitabın değişik bölümlerinde Pilar üzerindeki işlemeleriyle kitaba güçlü bir karakter kazandırmanın yanı sıra İspanyol İç Savaşı sırasında kadın hakkında bilgi veriyor ve onu sembolik olarak kullanarak da savaş-insan arasında mesajlar veriyor. Kısa keseyim...Dediğim gibi Pilar'ı sevdim.

Çanlar Kimin İçin Çalıyor'un 10. bölümüne gelecek olursak diğerlerine bakarak daha uzun olan bu bölüm kitabın kendi içinde ayrı bir roman tadı verdi bana. Bölümde Pilar , Robert Jordan ve Maria bir başka gerilla ekibinin lideri olan El Sordo ile görüşmek için bir yürüyüşe çıkıyorlar. Onuncu bölümün başında Pilar'a "bir şeyler" olduğu açık seçik ortada. Robert acele ettikçe Pilar ağırdan alıyor ve diğer ikisini derenin kenarında ufak bir mola vermeye ikna edip ayağını serin sulara sokuyor.Uzun bir süre ne kadar çirkin olduğu konusunda ikna etmeye çalışıyor Maria ve Robertı. Ve anlatıyor bir şeylerden etkilendiği her halinden belli bir şekilde anlatıyor. Bu savaşın nasıl başladığını , kavganın başladığında kasabalarında olan bir olayı anlatıyor. Cumhuriyetçi köylülerin , halkın ellerine ne geçerse silahlanıp faşistlerin elinden kasabayı nasıl aldıklarını en ince detayıyla yeniden hissederek yaşayarak. Hemingway'in bu bölümde düzyazyıyla şiir yazdığını düşündüm ben . Ne kadar çarpıcı bir anlatım. Kasabadakilerin faşistleri ele geçirmeleri , sonra bunları bir binanın içine tıkıp Pablo'nun tek tek sabırsız halka öldürtmesinin hikayesi kan donduruyor. Gücü eline alan halk faşistleri tek tek öldürmek yerine bir süre sonra bu işten "sıkılarak" binanın içine girip linç etmeye başlıyor.Bazılarının aslında bu "iyi" diye düşündüğü faşistlerle beraber papazı da katlediyorlar. Pablo ve Pilar olsun köy halkı olsun derin rahatsızlık duyuyorlar o günün ertesinde. Hepsinin içine böyle vahşice olmaması , bu şekilde olmaması gerektiği azabı çöküyor.

Bu bölümdeki sembolizm ve anlatım nedeniyle onuncu bölümü ben bir üst çekmeceye koydum diyebilirim. Kitapta aslında bir avcı olan" yaşlı Anselmo "nun insan öldürmenin pek de hayvan öldürmek gibi olmadığı yinelemeleriyle verilen savaş herkes için kötüdür fikrini en çok bu bölümde hissediyoruz. İnsanı insan yapan harç zayıfladığında hepimizin aslında delilik seviyesinde "hayvanlığa" , vahşiliğe ne kadar yakın olduğumuzu göz önüne seriyor. Bölümdeki gibi gücü eline aldığında ezildim gerekçesiyle diğer insanları ezebiliyor, katledebiliyor , yakabiliyor insan.

Tekrar tekrar okuyunca bölümü daha çok seviyorum. Semboller kullanmaya Pilar'la daha bölümün başında başlıyor Hemingway.Bana bu bölümde farklı , bir başka biri gibi görünen Pilar oradan buradan konuşurken " Dağlarda sadece iki yol vardır. Biri aşağı, biri yukarı ! " diyor. Dağın ortasında söylenen bu söz ve takip eden sözler bir bakıma hayatın merkezinde bulunan hayata karşı ölüm, iyiye karşı kötü , geceye karşı gündüz , savaşa karşı barış zıtlıklarını gösteriyor , anımsatıyor. Bu sözlerle başlayan ve Pilar'ın anlattığı bölümle biten kısımda Hemingway iyi ve kötünün aslında doğanın kendisinde olduğunu sahip olduğu gibi doğanın ( insanın ) kendisinin bu ayrımı yapıp kirlenip temizlenebileceğine değiniyor.

Bu Pilar'ın anlattığı katliam sahnesinde not edilmesi gereken bir diğer nokta da "rekabetin" de tıpkı iyilik kötülük gibi kaçınılmaz olarak içimizde olduğudur. Devrim de tıpkı kapitalist bir dünyada olduğu gibi eline aldığı güçle bu mücadeleyi hakimiyet, üstünlük savaşına çevirebiliyor. Hemingway bunu 10. bölümde bir metaforla bizlere sunuyor. Bina'da infazı gerçekleştirilenleri bir sandalye üzerinde dengede durmaya çalışarak pencereden izlemeye çalışan Pilar bu görüntü için bir arkadaşıyla zorlu bir mücadele içine giriyor. Tıpkı vahşetin esiri olup kendinden geçen gözü dönmüş kalabalık gibi itişip kakışıyorlar. İnsanın en karanlık yönlerinden merhametsizlik ve bencilliğin Hemingway tarafından ustaca aktarıldığı bu bölümde Pilar ve çevresindekiler daha iyi katliam görüntüsü için boğuşurken aşağıda birisi bağırıyor " Yaşasın ben ! ".

Sanıyorum sırada " Güneş De Doğar " kitabı var Hemingway'in . Ona başlayana kadar belki Çanlar Kimin İçin Çalıyor hakkında bir iki konu daha açarım. TwitterTwitter'da paylaş

12 Kasım 2011 Cumartesi

Twitter Haber Bülteni


Bu sabah Amerikalı bir yazar,editörün "Bir twitçinin itirafları" başlıklı köşe yazısını okudum. Twitter bağımlılığı nedeniyle zora giren hayatına " Twittercide " yoluyla yani bütün twitlerini ve hesabını silerek bir twitter intiharı (suicide)gerçekleştirerek son vermiş. Son verilen bir hayat olunca o kadar da kolay olmamış tabi ki.(!) İlk önce twitter arkadaşlarım beni özlüyor mudur acaba diye düşünmüş. Takip eden günlerde 140 karakterli cümleler tasarlamaktan kurtulmuş kafasında. Iphone'unu kapatmış , sabah uyandığında ilk iş olarak twit atmak yerine yaptığı kahvesine şeker atar olmuş. Yazıyı çok ilginç buldum. Zaman zaman kendimce twitter ve facebook'taki insanların sosyolojik incelemelerini yaparım kafamda. Birçoğumuz da yapıyordur en azından belli konularda verilen belli tepkiler ülkemiz sosyal ortamı için bir kültür oluşturdu ve bundan hepimiz haberdarız haberdar olmasak dahi bu sitelerde gezenlerimiz bu kültürden etkileniyoruz.

Yazı öyle gibi başlamış olsa da ben aslında Twitter ve benzerlerinin aslında yararlı mı zararlı mı olduğu parantezini açmak istemedim,istemem. Bu gibi şeylere örnek olarak "bıçak" örneğimi veririm. İyi yerde kullanırsan ekmek kesersin faydalıdır ancak tutar onunla adam öldürürsen o bıçakla bir suç aletine dönüşür. İnsanın kendinde bitiyor her şey. Bağımlılık yarattığı , insanın başka bir ortamda bir hayat ihtiyacı olup olmadığı şöyle dursun son Van depreminde oldukça etkili bir şekilde kullanıldı gördüğüm kadarıyla twitter.

Her neyse aslında ben Twitter'ın ülkemizde "haber bülteni" olarak kullanılmasına taktım nedense. "Trend Topic (TT)" Yani populer olan , çok konuşulan konulara bakıldığında ülkemizde genelde haberlerde gördüğümüz başlıkları görüyoruz. Hem de aynı şekilde bir spiker ağzıyla haber vermek için kullanılıyor.İyidir kötüdür bu ama şöyle bir şey var o da bu durum diğer ülkelerde genel olarak böyle değil. Haber tutkunu bir toplumuz. Televizyonlarımız hala Trt'nin robotluğundan kurtulma sancıları çekiyor belki de bunun nedeni bu. Diğer ülkelerde kaç insan kaç bakan milletvekili adı sayabilir bilmiyorum . Bizim televizyonlarımızda her saat başı her kanalda aynı cümleler. Bir de bunlara twitter eklendi yetmezmiş gibi. Bu kadar haber meraklısı olmamıza aksi bir duruş olarak halka mikrofon tutulan tv programlarında Kıbrıs nerede sorusuna Karadeniz'de galiba diyenleri de iki kat anlamıyorum.

Doğal olarak olumsuzluklar ya da olağanüstü görünen şeyler haber oluyor. Bunların hepsinin tek tek twitterdaki "hayatlarda" tartışıldığını da düşünürsek hepimiz için ortada karamsar bir havanın gezmesi kaçınılmaz. Bu da toplum psikolojimizi ve kutuplaşmamımız açıklıyor bir bakıma.

Haber bülteninde görünen haber aynı dille haberci üslubuyla twit atılıyor. Bir kısım "doğal olarak" bu haberler üzerinde kelime oyunları yaparak takipçi edinmeye çalışıyor. Bir başka kısım sadece bekliyor. Sevdiği yazarların, kanaat önderlerinin konu üzerinde yorum yapmasını bekliyor. Olmayan fikirlerini oluşturmak için onların yorumlarına ihtiyaç duyuyor. Sonra ona körü körüne uyuyor. Bir önemli kısım ben onlara twitter hayatı yaşadıkları hayatın önüne geçen twitter insanları diyorum. Onlar haber başlığı üzerine yeni gündem oluşturuyorlar twityurtlarında.

Diyorum ya ben eğleniyorum. Bakıyorum tahlil yapıyorum daha çok. Belki şimdilik. Ancak şöyle bir gerçek var taktım mı takarım. Bu kadar haber meraklısı , haber bülteni toplum olmak böyle bir twitter görmek hoşuma gitmiyor.

Hepimizin haber alma hakkı var. Olmalı da...Bana göre internet ve tv eğlencelik olmalı daha çok. O alanda ses getirmeli. Ne eğlenmesi ? Ben kuşları inceliyordum kuş resmini gördüm geldim diyecek olanları da anlıyorum. :)

Siz ne düşünürsünüz ? Hem 140 karakter sınırlamamız da yok.TwitterTwitter'da paylaş

3 Kasım 2011 Perşembe

Jeanette Winterson , yakın ve aslında çoktan gitmiş




Bu sayfayla beraber yeni bir bölüme başlayayım istedim. Bloglarda içerik ararken görselliği de yabana atmamak gerek. Öyle ki görmek sözcüklerden her zaman önce gelir. Etkilendiğim , beğendiğim üç fotoğrafın eşliğinde onunla igili gördüğüm bir şarkıyı tadalım istiyorum üçfotobirşarkı bölümünde.

Portre fotoğraflarda " bana göre iyi fotoğraf veren " portresini hep görmek istediğim yazar Jeanette Winterson var. Daha önce fotoğrafını çekmek istediklerim başlığı altında yukarıda üçüncü sırada görünen beni çok etkileyen fotoğrafından bahsetmiştim. Bu sefer bu fotoğrafa ek olarak Winterson ve onun yıkımlarla fırtınalarla dolu gibi gelen gülüşü odağında fotoğraflar seçtim.

Şarkıyı da unutmamak gerek. Son günlerde dinlediklerimden Giorgia - Gocce Di Memoria / Anıların damlaları


-------------------------------------------------------------------------------------
© Fotoğraflar guardian , telegraph , bbcTwitterTwitter'da paylaş

2 Kasım 2011 Çarşamba

Ernest Hemingway - Çanlar Kimin İçin Çalıyor (Başlangıç)

Okunacak ne kadar çok kitap var diye düşünürken bu sene farklı bir şey yapıp bundan sonra ara okumaları saymazsak bir yazar üzerine yoğunlaşıp o yazara ait bütün kitapları okumaya karar verdim. Bu tür bir tekniğin yazar üzerine yoğunlaşmada yazarı anlamada daha faydalı olacağını da düşünüyorum. İçimdeki , aklımdaki kırıntıları birleştirdiğimde ilk olarak Ernest Hemingway ile başlamanın yerinde olacağını düşündüm ve geçen haftasonu bilimum etkinlikle açılışı Çanlar Kimin İçin Çalıyor adlı kitapla yaptım. Ernest Hemingway ve kitaplarından çarpıcı ve beklentimin üzerinde bir karşılık alacağımdan eminim.

Aslında kitapları yazarın kitapları yazış sırasına göre okumak niyetindeydim ancak internetin bilgilerine her zaman güven olmuyor ki yanlış bir sıra ile başlamış oldum. Kim bilir belki bundan sonra doğru sıraya geri dönerim.

Hemingway'in Yaşlı Adam Ve Deniz kitabını okumuş onun balıkçı , avcı tarafını tanıma fırsatını bulmuştum. Tanıyanların bildiği üzere onun tırnak içinde savaşçı yanının belki de daha etkili olduğu eserlere başlamam gerekti. Aşağıda fotoğrafını paylaştığım Küba'nın başkenti Havana'nın Ambos Mundos otelinde yazdığı kitap yazarın İspanyol İç Savaşı tecrübelerine dayanıyor.

İspanyol İç Savaşıyla ilgili çok film izledim. Belki de şöyle demek gerekir İspanya için bir mihenk taşı olduğu için bu konuda çok film var.Öyle ki Çanlar Kimin İçin Çalıyora başlar başlamaz aklımda Pan'ın Labirenti filmindeki gibi bir stüdyo kurdum. Olan bitenleri bu yönde kafamda canlandırıyorum. Ormanın , çalılıkların içinde nereden çıkacağı belli olmayan militanlar onları kovalayan askerler. İspanyol dağları...

Henüz başladım kitaba Robert Jordan ana karakterini sevdim. Onun rehberi yaşlı Anselmo da dikkate değer görünüyor. Robert Jordan karakterleri tanıtıyor ve olacak olayların kopacak kıyametlerin altını ısıtıyor. Ölüm ve öldürmek üzerine sorgulamalar var ilk bölümlerde.

Altını çizmeye, sonra tekrar etmeye değer sözler de ediyor sık sık karakterler. Bilgi yayınları baskısında bunlar tırnak içinde yazılmış.
" Bilmemeyi hep yeğlemişimdir . O zaman ne olursa olsun konuşan ben olmam." 1.bölüm

Karakterler duygu yüklü , mücadeleciler. Kitabı bitirdiğimde tekrar bu sayfalara dönerim sanıyorum konuyla ilgili.

Bu şekilde kuşkusuz ilginç bir hal de aldı okumak. Hemingway'i çabucak bitirip bu yıla başka yazarlar sığdırabilir miyim bakalım. Bu kitapları bitirene kadar başka bir kitapa en azından bir romana zaman ayırmayacağım. Okuma festivalimde evime misafir olmak üzere bir yazar öneriniz olur mu acaba ?TwitterTwitter'da paylaş
Blog Widget by LinkWithin