Recent Posts

25 Şubat 2011 Cuma

1000 harika şey

Uzunca bir zamandır iz bırakan internet sayfaları bölümünü ihmal ettiğimi farkettim. Halbu ki internette ne güzel sieler ,bloglar var insana interneti sevdiren zamanın nasıl geçtiğini anlamadan bize güzel anlar yaşatan.

Bu sefer karmaşık hayatlarımızda bizi mutlu eden basit detaylar üzerine yoğunlaşmış bir tematik siteyi paylaşmak istiyorum. Sayfalar yine ingilizce :

www.1000awesomethings.com

Hepimiz mutluluktan bahsederiz ama pek azımız biliriz ne olduğunu. Neil Pasricha isminde bir internet insanı erinmemiş bu mutluluk tanımını anlamlandırmaya çalışmış. İnce eleyip sık dokunarak hazırlandığı belli olan sayfalarda gün gün işlenmiş günümüzü gün eden mutluluğumuza mutluluk katan şeyleri not etmiş. Baktığımızda birçoğumuza tanıdık geleceğine inandığım bin harika şeyi sıralamış. Çok meşhur olmuş gazetelerde yayın organlarında çıkmış iki de kitap bastırmış konuyla ilgili.

Bu bin harika şeyden gözüme çarpan birkaç tanesini buraya eklemek gerekirse :

* Alarm çalmadan bir süre önce uyanmak ve kalkmak için daha çok vaktin olduğunu görmek.

* Dişlerimiz arasında sıkışan patlamış mısırı sonunda çıkarabilmek.

* Buğulu camlara parmakla yazı yazmak.

* Yastığın diğer yüzü.

* Kütüphane kokusu

* Soğuk kış günleri kalın yorganlara bürünmek.

Uzun zamandır dinlemediğiniz bir şarkıyı hatırlamak , karda yürümek , plan yapmamak ...

Amelie filminin başlarında Amelie ve çevresindekilerin sevdikleri sıralanır . Bunlara benzer küçük detaylar filmin o sahnelerinde de beni etkilemişti. Site de aynı hissi veriyor. Amelie mercimek çuvalına elini daldırmayı , tatlının üzerindeki kabuğu kaşığıyla kırmayı , St. Martin kanalında taş sektirmeyi seviyor hani...

Albert Camus'nun dediği gibi insan hiçbir zaman tamamen mutsuz olamaz. Eminim herkesin kendinden bir şeyler bulacağı bir site bu. Ben gezerken çok eğleniyorum sizin de seveceğinizi umut ederim.TwitterTwitter'da paylaş

20 Şubat 2011 Pazar

Roman Holiday - Roma Tatili

Filmin Orijinal Adı : Roman Holiday
Türkçesi : Roma Tatili
Çekim Tarihi : 1953
Türü : Dram , Komedi , Romantik
Yönetmen : William Wyler
Oyuncular : Gregory Peck , Audrey Hepburn , Eddie Albert

Daha önce bu sayfalarda zerafet , zarif , elegant ve elit gibi kelimelerin Audrey Hepburn'e ne kadar yakıştığını yazmıştım. Onu izlemeyi gerçekten seviyorum. Bu defa da tüm dünyayı kendine aşık ettiği ilk önemli işi belki de en bilineni Roma Tatili filmi hakkında bir şeyler yazayım dedim. Gerçi ben Tiffany'de kahvaltı ( Breakfast at Tiffany's ) filmini daha çok severim. Onu da hakettiği şekliyle daha detaylı bir şekilde ele alırım sonra.
Daha sonra birkaç kez aday gösterilse de Audrey Hepburn'ün tek Akademi ödülünü aldığı bu filmde - Oscar'ın ne şekilde verildiğini çözmüş değilim - Hepburn Avrupa'yı gezen bir prenses olan Ann'e hayat veriyor. Avrupa Birliği'nin temellerinin atıldığı o günlerde filmde bu karaktere Avrupa'da ekonomik işbirliğini cesaretlendirme görevinin verilmesini de ayrıca manidar buluyorum. Romadayken bütün resmiyetten , törenlerden ve planlardan sıkılan prenses bir yolunu bulup kaçar. Filmin çok sevdiğim bu kısmında Prenses Ann hiç de alışık olmadığı "özgür" bir hayata adım atar. Bir başına Romada oldukça tuhaf hisler içindeyken Amerikalı bir gazeteci olan Joe Bradley'e rastlar. Hepimizin tahmin edebileceği gibi prenses bir nevi yeni sahip olduğu kişiliğiyle gazeteciye aşık olur.(Neden kızıyorum?)Filmin bu kısmından sonra prenses eski ve yeni yaşamından birini,gazeteci de iş ya da aşkından birini seçme zorunluluğunda kalır. Film bana göre sürpriz bir sonla biter...

Film boyunca Audrey Hepburn'ün iki farklı yaşam için iki farklı kişilik geliştiren prenses rolü aktrisin güzelliğinden öte farklı bir büyü sunuyor. Bu farklı yaşama ayak uydurma ya da uyduramama durumları filmde sembolik olarak da izleyiciye çıtlatılmış ki bu bölümleri çok ama çok beğendim. Örneğin filmin başlarında prensesin ayağından çıkan ayakkabıyı bir türlü giyememesi karakterin bu hayata yerleşemediğini haber veriyor. Bir de prensesin bütün işleri geride bırakıp bir çeşit kendine izin vererek çıktığı Roma turunda saçını kestirmesi var. Kendini geriye bağlayan bağlardan kurtulur gibi. Sanki gençliğin asiliğini ya da kadının özgürlüğünü vurguluyor !

Bahsetmeden geçilecek gibi değil filmde bol bol Roma var. Oldukça Roma reklamı yapılmış. Ayrıca film Vespa motorsikletin bir furya haline gelmesinde de önemli rol oynamış.
Bir diğer başrol oyuncusu Gregory Peck'ten pek söz etmedim mi? Ama şimdi Audrey varken...

Audrey Hepburn sevenler zaten izlemişlerdir. Eski film sevenlerin izlemesini öneririm.TwitterTwitter'da paylaş

19 Şubat 2011 Cumartesi

İçinde yağmur yağan şarkılar

Son bir haftadır içinde yağmur sesi olan şarkılara tutunmuş durumdayım. Aslında pek farkında olmasak da içinde yağmur yağan ne çok şarkı varmış. İlk olarak aklıma bir iki Türkçe şarkı geldi. Klibinden hatırladığım üzere Şebnem Ferah'ın Yağmurlar'ını dinledim ilk olarak. Sonrasında sağdan soldan sordum youtube'da sörf yaptım ve ciddi bir liste oluşturdum.

1.Şebnem Ferah - Yağmurlar

Genelde yağmur severiz. Sözlü ve yazılı edebiyatta bol bol kullanılmıştır yağmur. Arınmayı sembolize eder çoğu için. Rüzgarla yağmur ilişkisi bir çok yerde yazılmıştır. Hoşumuza gider çünkü yağmur huzur verir , mutlu eder.

Bu açıdan bakılırsa şarkı sözlerinde geçen yağmur gibi şarkı başlarında , içinde ve sonunda yağmur şırıltısı duymak da insanı dinlendirir insana huzur verir. Öyle ki ben şarkılarda kullanılan yağmurun şarkıya romantizm katmak için kullanıldığını da düşünüyorum.

Son okuduğum Murakami'nin Haşlanmış Harikalar Diyarı Ve Dünyanın Sonu kitabında Bob Dylan'ın sesine gönderme olarak onun sesi bir çocuğun pencerenin önünde durup yağmuru izlemesini andırıyor benzetmesinde görüldüğü gibi yağmur hep romantik unsurlar oluşturmak için kullanılmış ve o unsurlara ilintilenmiştir.

Burada seçtiğim şarkıların da bazıları bu dinlendirici yağmurun huzur veren yanıyla ilgili daha çok ama bazılarıysa gökgürültülü fırtınalı. Enteresan bir liste buyrun devam...

2.İzel - Ah Yandım > İzel en başta yağmurla düet yapıyor.


3.Deniz Seki - Acele >Yine başlarken gökgürültülü Yağmurlu , rüzgarlı , bulutlu...


4.Umay Umay - İhanet > Yine şırıl şırıl. Bu şarkının girişini seviyorum.


5.Işın Karaca - Kalbimin Sokağı


6. Almora - Princess Of Rain


7.Morrisey - Life Is A Pigsty


8.Evanescence - Listen To The Rain


9.Let It Flow - Flee


10.Guns N Roses - November Rain


11.Dino Merlin - Ptica Bijela > gökgürültüsü yağmur ve hoş bir buzuki girişi var.


12.Tiamat - Kaleidoscope

13.Lake Of Tears - Otherwhereas

14.Opeth - Prologue

15.Sonata Arctica - The Power Of One

16.AFI - Silver And Cold


17.Modest Mouse - It Always Rains On A Picnic


18. Eminem ft Dido - Stan

19. Arab Strap - Islands


20.Breakage - Rain

21.The Ronettes - Walking In The Rain

Sizler de bildiğiniz içinde yağmur sesi olan şarkıları paylaşırsanız sevinirim. Ben şimdi bu listenin dalga seslilerini hazırlıyorum. Birkaç tane bildiğim var...

-------------------------------------------------------------------------------------TwitterTwitter'da paylaş

25 Aralık 2010 Cumartesi

Il Postino - Postacı

Filmin Orijinal Adı : Il Postino
Türkçesi : Postacı
Çekim Tarihi : 1994
Türü : Dram , Biyografi
Yönetmen : Michael Redford
Oyuncular : Massimo Troisi , Philippe Noiret ve Maria Grazia Cucinotta

Sıradan bir postacı ünlü bir şaire posta taşırken şiiri ve sevmeyi öğrenir...

Şair Pablo Neruda politik nedenlerden ötürü küçük bir İtalyan adasına sürgün edilir. Neruda'nın gelişi ile artan posta işlerine çare olması umuduyla yaşlı bir balıkçının işsiz oğlu işe alınır. Okuma yazma bilmesine rağmen pek de iyi eğitim görmemiş postacı aslında tanımadığı şaire postalarını kendi elleriyle götürecektir. Bu getir götür sırasında şairin dostluğunu kazanır. Metaforu , şiiri , aşkı ve hayatı anlamaya başlar. Bir gün gerçek aşkı bulduğunda Neruda'ya her zamankinden çok ihtiyaç duyacaktır.

Aslında filmin önemi bir şekilde Pablo Neruda'nın biyografisi niteliğini de taşımasından diye düşünüyorum. Neruda sahiden de İtalya'ya sürgün edilmiş ve Capri adasında bir süre yaşamış olduğuna "Yaşadığımı İtiraf Ediyorum" adlı eserinde değiniyor. Ancak burada kurduğu arkadaşlıklar ve yaşanmışlıklar bu filmdeki gibi mi yoksa bu aktarılanların en azından bir kısmı kurgudan ibaret mi tartışılır.

Şairin biyografisinden öte film bize basit bir postacı olan Mario Ruoppolo'nun kendini gerçekleştirme sürecini ve gelişimini sunuyor. Bizlerin saf , dürüst Anadolu insanı tarifinin İtalyan karşılığı olan bu karakter bu süreç boyunca hayatı öğreniyor ve her anlamda gelişiyor. Neruda'ya olan sevgisi onu öncesinde hiç düşünemeyeceği yollara sürüklüyor. Bir balıkçı kasabasında doğanların balıkçı olması gerektiği düşüncesini kendi içinde yıkıp o da hayranı olduğu insan gibi bir dünya insanı olmanın gereklerini yapmaya başlıyor.

Hep böyle olur. Sevdiğim filmlerde genellikle kusur bulamam. Onun için bu filmle ilgili - birçok olmasına karşın - en sevdiğim şeyleri sizlerle paylaşmak istiyorum.

Öncelikle postacıyı oynayan Troisi'nin oyunculuğuna hayran kaldım. Bu kadar olur. Benzerine kolay rastlanamayacak bu oyunculuğun sahibini biraz araştırdığımda filmden bir süre sonra vefat ettiğini öğrendim. Daha çok filmini izlemek isterdim. Pablo Neruda isminin kendine kattığı bir anlam var doğal olarak ama ya o postacı karakteri... Süper !

Neruda ve postacı arasında geçen konuşmalar. Özellikle besleyici özellikle anlam dolu. Birinde şiirin tanımı bir diğerinde hayatın özeti geçiliyor neredeyse. Adını bile söyleyemediği "metaforu" yine aynı o postacıyla ancak bu şekilde tartışabilir bir şair.

Hele bir sahne var ki Neruda postacıya kendi şiirlerini kullandığı için tabiri caizse çıkıştığında postacı ona : " Şiir yazarına değil ihtiyacı olana aittir. " cevabını veriyor. O kadar sevdim bu sözü...

Kısım kısım filmde Neruda şiirlerine de yer veriliyor. Şair arkadaşına sevgi yüklemesi yaparken izleyenlere de bu yüklemeyi aşılamış oluyor.

Film müziği de o kadar güzel tıpkı çekildiği mekan gibi.

Sonu hüzünlü bitiyor ama o bile ne çok şey anlatıyor.

İçinizde , var olan her şeye dair bir sevgi varsa onu artırmak adına izlemenizi tavsiye ederim bu "güzellikler" filmini.TwitterTwitter'da paylaş

20 Aralık 2010 Pazartesi

Yalnızlığın iyi halleri

Yekta Kopan'ın Sait Faik Hikaye Armağanı alan sade , çeşitli yalnızlık türlerine vurgu yapan güzel öykü kitabından en sevdiğim beni en çok anlatan ve okuduğumda ne kadar şu son zamanlardaki ben olmuş bu kısım dediğim bölümü paylaşarak başlıyorum :

"Türlü Yalnızlık

Çok kişilik

Malzeme : 1 kişi . 1 şehir

Hazırlanışı : Çok çabuk hazırlanabilir, ancak zamanla kazanılabilen bir el becerisi gerektirmektedir. Şehir bir dişi olduğundan daha çok erkeklerin damak zevkine uygundur. Sonucun güzel olabilmesi için dokusu , kokusu güzel bir şehir bulmak gerekir. Yalnızlığa yeterince acıkmış olunan bir anda , korunmasız bir ruh haliyle şehrin sokakları arşınlanmaya başlanır . Her sokağa , kaldırım taşına , elektirik direğine , binaya ( özellikle tarihi dokusu olanlara) farklı anlamlar yüklenerek gün boyu dolaşılır. Çevredeki insanların konuşmalarına kulak kabartılır.Her biri için bir hikaye düşünülür. Dalgınlaşılır. Yalnız insanın yüzünde hüzün , mutlu çiftlerin gözünde kahkaha , gençlerde heyecan , yaşlılarda ölüm aranır. Bütün bu duygular şehrin değişik yerlerine adanır. Arada bir baş yukarı kaldırılıp gökyüzü seyredilir. Ancak bunun yapılması umutları artıracağından lezzeti bozacaktır. Artık şehir tümüyle yalnızlığa dönüşmeye başladığında , yürüyüşe son verilerek bir duvar dibinde oturulur ve duygular soğumaya bırakılır. Sonbahar sıcaklığına ulaşıldığında , türlü yalnızlık da servise hazır olur. Afiyet olsun ! "

Ne kadar doğru tesbitler var. Kitabı okumayanlara öneririm.

Yalnızlık aslında birçok insanda olumsuz çağrışımlar yapar. Kötüdür , bezginlik ve yılgınlık olarak anlaşılır kimine göre de. Ancak düşünüldüğünde bu olumsuz sıfatların aksine yalnızlıkta büyük bir enerji potansiyeli ve güzellik vardır. Tat almayı bilene türlü lezzetler ve güzelliklerle doludur. Evet, yalnızlık bir enerjidir. Ancak bu bir güzelleme değildir. Bu enerji potansiyeli kullananın tutumuna göre farklı şekillerde açığa vuracaktır. Çok iyi şeylere ilham da olabilir istenmeyecek felaketlerin nedeni de...

Özellikle kişinin kendi tercihiyse (!) içinde vazgeçilmez bir alışkanlığı da barındırır. Hiç bir zaman paylaşılamayacak eşsiz bir şeydir. Direksiyonunu eline alanlar için huzur kaynağı da olabilir. Bu kişiler renkli kişilerdir ve de...Evet yalnızların çoğu "renkli" kişilerdir.

Kimine göre zaten yalnız gelmişizdir ve öyle gideceğizdir bu dünyadan , kimine göre de kabullenilmezdir. Bana göre güzel şey değildir yalnızlık münasip yerde münasip zamanda uğraması yeterlidir sadece.

Güzel bir şarkı ile :

TwitterTwitter'da paylaş

10 Aralık 2010 Cuma

Av Mevsimi

Av Mevsimi
Türü : Polisiye , Dram
Yönetmen : Yavuz Turgul
Oyuncular : Şener Şen , Cem Yılmaz ,Çetin Tekindor

Testere'nin üç boyutlu 7.sini izlemekle Av Mevsimini izlemek arasında gidip geldikten sonra hem üç boyutlu da olsa 7. de diğer 6sına benziyordur hem de Türk sinemasına iltimas geçeyim diyerek Av Mevsiminde karar kıldım. İyi ki de öyle yapmışım bir hafta boyunca her yerde sorulan , konuşulan bir filmi seyretmiş oldum.

Öncelikle son dönem Türk sinemasında pek de yer bulmayan polisiyenin bu filmle gündeme gelmesi beni çok memnun etti. Bunda polisiyelerin Amerikan dizi sektöründe geniş yer bulması ve bunların da ülkemizde kabul gördükten sonra bizimkilerin de bu talebe arzla karşılık vermesinin etkili olduğunu söyleyebiliriz. Polisiye güzeldir . Sanki filmde olayların içindeki polismişçesine izleyeni zorlar oturduğu koltukta. Oyuncuların girdiği girdaplara izleyenler de girmiş olur böylece. Güzel olmasına güzeldir polisiye ve zorlayıcıdır ama öncesinde senaristleri zorlamalıdır. Öyle ki Av Mevsimi filmiyle ilgili eleştireceğim en temel özellik senaryosundaki zaafiyettir. Polisiye filmlerde olay örgüsünün nasıl sonuçlanacağı merak konusu olmalıdır. Filmi ilginç yapan da bu olay örgüsünün sanki çözülmeyecekmiş hissi veren karmaşası ve bir şekilde çözülmesidir. Ancak bu filmde maalesef bütün son filmin yarı yerinde izleyenlerin önüne göstere göstere servis edilmiş. İzlemeyenler için detay vermek istemiyorum ama ortalama zekaya sahip olduklarını sandığım birçok kişinin filmin yarısından sonra sıkılıp telefonlarından saatlerine baktıklarına tanık oldum.

Kötü senaryo normalde özellikle de bir polisiyeyi kötü yapmaya yeter ama Şener Şen'in ve Cem Yılmaz'ın oyunculukları filmi kurtarıyor. Filmdeki karakterler yerli yerinde ve oturmuş. Oyuncuların bir hareketinden bile oynadıkları karakterlerin kişiliklerini anlamak mümkün. Özellikle Cem Yılmaz'a ayrı bir parantez açmak gerekirse kendi filmlerindeki rollerinin çok çok üzerinde bir performans sergilediğini söylemem gerek. Oynadığı karaktere , o uç karakterin özelliklerine oyunculuğuyla ayrı bir değer katmış.
Film izlemeyenleri arasında bile Cem Yılmaz'ın filmde söylediği - sanırım bir Kazım Koyuncu türküsü - Hayde türküsüyle maşhur oldu. Ben filmlerde ya da dizilerde oynayan karakterlerin Karadenizli ya da Güneydoğulu olmasının güzel bir pazarlama stratejisi olduğunu düşünenlerdenim. Bu da iyi tuttu. Filmde daha sahneyi izlerken millete facebookta paylaşacak bir malzeme daha çıktı dedim. Bir şarkı daha var yine Karadeniz türküsü. Eskiden Emine vardı şimdi de Asiye dikkatimi çekiyor. Her Karadeniz türküsünde bir Asiye var.
Benim dikkat çekeceğim nokta ise Cem Yılmaz'ın bir bar sahnesinde söylenen Ete Kurttekin - Benden adam olmaz şarkısı. O sahnede Cem Yılmaz oyunculuğuyla bir üst noktaya çıkıyor. En azından Hayde kadar bir teveccühü hakediyor.

İşte beğendiğim sahne o şarkıyla

Sonuç olarak basit bir hata gibi görünen belki de bir ipucu vermek adına bana göre zayıf düşürülmüş olay örgüsü ve üstün performansıyla usta oyunculara sahip bir film olmuş. İzlemeye değer güzel bir film.TwitterTwitter'da paylaş

27 Kasım 2010 Cumartesi

Kimleri fotoğraflamak isterim ? - 1

Ara sıra aklıma bu soru gelir ya bir portre fotoğrafına bakarken ben olsam nasıl çekerdim derim ya da bir sinema filminde veya televizyon programında görür o an yakaladığım bir kareye imrenirim. Birçok fotoğraf çekenin olağan sorusudur bu belki de : Ben kimleri fotoğraflamak isterim ya da isterdim ? Aklıma ilk gelenleri hemen burada olabildiğince nedenleriyle paylaşayım diyorum.

Her fotoğraf sevenin portre fotoğrafında aradıkları ondan bekledikleri vardır şüphesiz. Kimi estetik düşkünüdür. Hatta çoğunluk bir kısım böyle diyebiliriz yanılmıyorsam ancak ben sanki daha çok anlam arıyanlardanım. Bir moda fotoğrafında bir kıyafet, takı ya da makyaj tanıtımında estetik kaçınılmaz oladabilir ama bence bir portre fotoğrafı bazı duygular hissettirmeli insana başta bakış , duruş , mimikler ya da başka detaylarla...

1- Rowan Atkinson

İlk olarak aklıma Rowan Atkinson geliyor. Üstün yetenekli oyuncunun özellikle de Mr.Bean karakterine verdiği hayat kesinlikle tartışılmaz. Çoğu tiyatrocu için "binbir" surat denir ya bizlere sevinç , keder başta olmak üzere bütün duyguları yaşatmaya çalışır onlar. Sanırım bunu kabiliyetle yapanlardan Atkinson. Üstelik bence iyi oyuncu iyi fotoğraf verir. Onu fotoğraflamak değişik duyguları yüzünde yakalamak eşsiz bir deneyim olurdu şüphesiz. Yukarda kolajladığım fotoğrafları ben çekmek isterdim.

2. Audrey Hepburn

Zerafet ve zarif kelimeleri anlamına ne kadar yakışan kelimeler. Bunları Audrey Hepburn için de kullanabiliriz bence ona da yakışır. Popüler olmaya başladığı tarihlerden ölümüne yani doksanlı yıllara kadar çektirdiği bütün fotoğraflar özenli. Bunda aktrisin fotoğrafa verdiği önem de rol oynuyor olmalı. Fotoğrafın sinemadan daha zor olduğunu belirttiği " Kötü bir filmi iyi pazarlamayla kurtarabilirsiniz ama kötü bir fotoğrafı hafızalardan silemezsiniz." sözünden bunu anlamak mümkün. Yine fotoğraf çekimlerinden önce özenle hazırlandığı kendi makyajcılarını yanında taşıdığı ve hatta uykusunu almadan çekimlere gitmediği biliniyor.Doğal olarak bu nedenlerden şu da kötü diyebileceğimiz bir fotoğrafı dahi yok bence.

3.Jeanette Winterson

Bu fotoğrafa özellikle yer verme gereği duydum çünkü portre fotoğrafta aradığım manayı özetliyor. Birkaç hafta önce Radikal kitap ekinde farkettim.( Yeni radikalin fotoğraf seçimlerini ayrıca beğeniyorum belirtmeden geçemeyeceğim.) Haşmet Babaoğlu'nun da farkedip köşesinde yer vermesi üzerine ayrı bir sevdim. Bakın fotoğraf için Babaoğlu ne diyor : " Sevdiğim yazarın fotoğraftaki ifadesine takıldım kaldım. O nasıl bitkinlik ve burukluktur yarabbim! Winterson'un yüzü sanki şöyle diyor bakanlara: "Anlıyorum, anlıyorum, anlıyorum... ve anlamaktan çok yorgunum!" "
Fotoğraftaki bakış o ifade , o doluluk portre fotoğrafın nasıl olması gerektiğinin açıklaması gibi. Çekene çok imrendim.

4- Salman Rushdie

Aslında Christopher Felver'ın çektiği bu fotoğraf bana yazar Rushdie'nin karelenmesi gerektiğini düşündüren ilk şey oldu. Hiçbir kitabını okumadım hakkında da çok az bilgim var. O genelde Hintli ve Araplara özgü olan yarı kapalı göz kapaklarının altındaki bakış bence farklı bir hava katmış. Bu fotoğraftaki kompozisyonu seviyorum.

5- Albert Camus

Bu da hoş bir portre. Hani hep denir ya "habersiz çek şöyle doğal olsun" diye işte Albert Camus'nun balkonda sigara içerken görüldüğü bu fotoğraf da onlardan. Baktığımda ne kadar Camus çıkmış burada diyorum . O kadar doğal !

Bu listenin devamı gelir sanırım ...TwitterTwitter'da paylaş
Blog Widget by LinkWithin