Recent Posts

26 Haziran 2011 Pazar

Sizi Ne Mutlu Eder ? - Mim Denen Şey

öz'üm blogunda kendini mutlu eden şeylerden bahsetmiş. Dalga izleri de dahil bir çok bloga da "siz neleri yapmaktan keyif alırsınız?" diye sormuş. Teşekkür ederek belirtmek isterim ki kendisine ait blogu okumaktan oldukça keyif alıyorum öncelikle.

Bu ve benzeri sayfalarda oldukça gündem konusu olur oldu değil mi ? Mutluluk etrafında gidip gelen sorular hep sonu nasıl mutlu oluruz sorusuna takılı olan. Son zamanlarda kendi kafamda verdim "neler mutlu eder" sorusunun cevabını. Mutlu olmak zorunda hissetmemektir mutluluk.

Mutlu olmak beri mutlu olmak öte...Modern zamanların bir klişesi oldu bu da. Twitter ya da Facebook'ta "mutsuzum" yazıp bir diğerinin "like" ya da "retweet"leri mi oldu mutluluk ?

Tekrarlamak gerekirse şu son zamanlardaki kafam şunu söylüyor . Mutluluğu aramak mutsuzluk getirir. Mutlu olmak kişinin mutlu olmak zorunda hissetmemesi ile var olur.

"Sizi neler mutlu eder , neleri yapmaktan keyif alırsınız?" sorusuna son zamanlar için verebileceğim cevaplar : a)fotoğraf çekmek , b)kitap okumak ,c)yeni yeni yemekler denemek...

Bu üç başlığı açacak olursak yaz mevsiminin sağladığı boş zaman bu keyif verici eylemler için bulunmaz fırsat. Balkonu kitap okuma mekanı olarak hazırladım. Değişik değişik yemekler deniyorum . İnsanın keyfi yerinde olunca bu yemekler de dahil her şeye yansıyor. Bir de al makinayı çık sokak sokak fotoğraf çek...

Bu vesileyle kendimi geçenlerde nasıl mutlu ettiğimi de anlatayım bari. Ankara Armada alışveriş merkezini sevmem. Alt kattaki Remzi Kitabevini saymazsak tabi. Gittiğimde uğrarım bir üniversite kütüphanesi havası da var evin bir kitap okuma odası havası da. İçerdeki müşteriler , raftan kitap bakan , oturmuş kitap okuyan hepsi sanki özenle seçilip konmuş da orada bulunmak için aylık alıyormuş gibi. Her seferinde benzer kişiler ve aynı aidiyet.

Herneyse girer girmez bir kitap kokusu ( bu bana keyif verir mesela ) karşıladı. Adımladım , ilerledim. Yabancı dil kitaplarının bulunduğu rafın önündeki masanın üzerinde bir Shakespeare tüm eserler kitabı. Yani The Complete Works Of William Shakespeare ( biri keyif mi dedi) Çaktırmadan yanaştım masanın üzerindeki kitabın yanına. Çekindim çünkü hemen başında yaşlıca gözlüklü , yelekli , bilge görünümlü hani kapalı mekan olmasa elinde bir pipo görebileceğiniz tiplerden. Muhtemelen bir öğretim görevlisi. Onun yanında genç , elindeki kitaba gömülmüş ödev içeriğini arıyan muhtemelen bir öğrenci. Acaba kitap onların mı ? Geç mi kaldım, onlar mı kaptı diye düşünürken uzaklaştılar. Onların uzaklaşmalarıyla beraber kucakladım kitabı. Kucakladım evet büyük boy bir kucak kitap. (keyif) Parasını sordum hemen ödedim ama şu an hatırlamıyorum. Maaşın yarısını kitaba basan biri olarak hele hele bu kitabı görmüş bulmuşken gerek görmüyorum.

Shakespeare'in bütün eserlerini bu kitapta toplamışlar. Oyunlarından , sonelerine ... Basım kalitesi süper üstüne üstlük ilüstrasyonlar çizimler var sayfaların bazılarında . (offf) Çok sevindim çok mutlu oldum bu kitabın benim olmasına .
İşte hakkında yazarken bile heyecanlanıyor insan.

Uzun zamandır yazacaktım nelerden keyif alırsınız sorusuna tam da gitti bu hikaye.






Müzik kısmını da es geçmemek gerek bu işin. O insana iyi gelen şarkılardan iki tanesini paylaşmak istiyorum . Melodisi olsun müziği olsun bana iyi geliyor. Hazır yaz da gelmişken izne de az kalmışken...

Sıla'nın Kafa şarkısının sözleri dediğim gibi iyi geliyor insana . Ancak klip "kafa"mdaki gibi olmamış pek...

Bir de Candan Erçetin - Yaşıyorum . Sözleriyle müziğiyle... İyi dinlemeler !

Bu arada bu sayfaların nazını çekmek , mimlenmek isteyenler. Sizlere nelerin keyif verdiğini , şu sıralar nelerin sizi mutlu ettiğini bilmek bana keyif verir.TwitterTwitter'da paylaş

17 Haziran 2011 Cuma

Gişe Memuru

Günlerdir güzel bir film izlemek lazım diye düşünürken yine hedefi tam onikiden vurdum diye düşünüyorum. Zaten internette hakkında yazılan negatif eleştiri yüklü yorumları okurken bu filmi beğeneceğime iyice emin oldum. Bunda bir ukalalık da aranmasın. Öyle Recep Gübidik izleyenleri aşağılayacak tiplerden değilim.İsteyen istediğini izler. Zevk meselesidir. Bu bahsettiğim yorumlar genelde filmin konusuz ve sıkıcı olduğu yönündeydi. Tabi ki eğlence anlayışı da farklıdır kişilerin. Ben bu filmdeki o anlam yüklü sıkıcı sahnelerde ne kadar eğlendim anlatamam...O anlam yüklü sıkıcı (!) sahnelerden bahsetmek istiyorum pek detaya girmeden . Filmi izlemeyenlerin eğer keyfi kaçacaksa söylemem gerekir hani şu "spoiler" denen şey var ya ondan içerir.

Başlarken daha Gişe Memuru demeden Serkan Ercan demek lazım. Filmi film yapmış gerçekten. Bence rolün hakkını fazlasıyla vermiş ve rol üzerinde hiç sırıtmıyor. Tv'deki Kaçış Planı ve Gidiş Dönüş gibi gezi programlarını severek izlediğim Serkan Ercan'dan böyle bir sinema filmi başarısı ne yalan söyleyim biraz şaşırtıcıydı. Bundan önceki rolleri bir kenara koyarsak bu filmle zirvelerde gezinmeye başlamış diyebilirim.

Son dönem Türk sineması filmlerine karşı biraz önyargılı ve tepkiliydim. Sinema müdavimleri ne demek istediğimi anlarlar. Karakterler aslında ne kadar yabancı aslında ne kadar gerçeğe uzaktır. Şişirilmiş , tekdüze ve bir yavanlık hakim birinde ikisinde de değil hepsinde. Tatsız tuzsuz yavan bir ekmek gibi,sıra sıra boyasız duvarlar gibi... Gişe Memuru filmindeki Kenan karakteri öyle değil.İnsanların bir psikolojisi vardır ve bu bozulabilir. İnsanlar mutsuz da olur. İnsanlar aşık da olur ama aşklarını hep tek bir şekilde belli etmezler. Kenan isminde bir psikolojik sorunları olan bir gişe memurunun hayatından bir kesit görüyoruz filmde. O kadar gerçek ki etrafımızda böyle insanların var olduğundan eminiz. Öyle ki Kenan'ın kapı komşusu da bir film karakteri olabilir kolaylıkla. Belki de insanların sıkıcı bulduğu budur değil mi? Kim kendini ya da tanıdığı birini beyaz perdede görmek ister ya da bunu "eğlendirici" bulur ki !

Kamera kullanımı seçilen açılara dikkat ederim. Bu filmin görüntü yönetmenini de takibe almak lazım.

Ülkemizde psikolojik dram türünde film pek çekilmiyor. Psikolojik detaylar mevzu bahis olunca dikkat kesildim ve daha bir heyecanla izledim. Ana karakter Kenan küçük yaşta annesini kaybetmiş ve babasıyla yaşıyor. Daha ilk sahnede psikolojik sorunlar yaşadığını belli ediyor. Replikler ve sahneler sembolik öğelerle anlam yüklenmiş. Peşpeşe tekrar eden olaylar kayda değer bir şekilde kullanılmış örneğin. Kenan'ın bir pencereyi defalarca açıp kapaması hem onun psikolojik dünyasına ışık tutuyor hem de hayatın monotonluğuna vurgu yapıyor. Kenan film boyunca psikolojik savaşını izlettiriyor bizlere. Hayal ve gerçek arasındaki geliş gidişleri gitgide farksızlaştırıyor ikisini de.

Hayatın tekdüzeliğinin yanısıra gişe memurluğu parantezinde otomatikleşmeye de değiniyor film. Söylemeden geçmek olmaz Kgs ve Ogs'lerin varlığında gişe memurlarına da gerek kalmıyor artık .

Ben filmi çok sevdim. Şu yazıları yazarken bile keyif aldım. İlginizi çektiyse ve izlemediyseniz şiddetle öneririm.TwitterTwitter'da paylaş

14 Haziran 2011 Salı

Don Kişot'un Dönüşü - Değişmeme ve Yaz

Herne , arkadaşlar arasında oynanan bir tiyatro oyunun ardından kostümünü çıkarmayı reddeder ve rolüne devam etmeye karar verir. Doğal olarak bunu garipseyen ve kendisine dik dik bakan arkadaşlarına cevabı şu şekilde olur :

" Hepiniz değişim bağımlısı olmuşsunuz ; değişimle nefes alıp veriyorsunuz. Bense değişmeyeceğim. Değiştiğiniz için cennetten atıldınız ve bu değişim çılgınlığına tutulduğunuz için gittikçe alçalıyorsunuz. Size bir şans verildi; insanlar o zaman sadeydi , akli dengeleri yerindeydi, geleneklere uygun yaşarlardı ve bu dünyaya hiçbir zaman olmadıkları kadar bağlıydılar. Siz o şansı yitirdiniz ve şimdi , bir an için bile olsa onu yeniden ele geçirdiğinizde elinizde tutmayı beceremiyorsunuz. Ben asla değişmeyeceğim. "

...diyor Gilbert Keith Chesterton kitabı Don Kişot'un Dönüşünde. Herne kostümü çıkarmamakta , değişmemekte inat ediyor ve olan biten her şey ,toplumsal ve siyasal çıkarımlar eşliğinde düğümlenip çözülmeye başlıyor.

Değişmemek aynı kalmak, aynı şeyleri yapmak ve hep aynı şeylere devam etmenin bir güzelliği vardır. Değişimin kimi zaman insana iyi geldiği tabi ki yadsınamaz ama ne bileyim bazı şeyleri ritüel haline getirip aynı şekilde tekrarlamak kendimi iyi hissetmeme neden oluyor. Keyfim yerinde olduğu zaman bitmiş olsa bile elime hep o aynı sevdiğim kitabı alıp aynı yerde aynı dekor önünde okumak gibi. Arada sırada haftanın belirli bir günü en sevdiğim bir yemeği yapıp yemek, her gün belirli bir saatte o şarkıyı dinlemek, her yıl aynı tarihte o şehirde olmak gibi...

Değişmemek daha bize ait ve sade , değişmek daha başkasına ait ve karışık...

Her şeyin hızla değiştiği hayatımızda değişememek de bize mutsuzluk getirir oldu. Modern bir hayatın peşinde koşmak neden, bizden önce hayatını sürdürmüş bunca insanın bizden daha mutlu olduğundan eminken ?

Aklıma gelmişken "her şey" ne kadar da çabuk eskiyor ama her şey. Var mı aksini düşünen ?

Yaz gelmesine geldi ama mesleki jargonla yurt genelinde hala bahar havası hakim. Olsun ! Ruhu üşüyenlerin içini bir şekilde ısıtmaya dahi yetiyor yaz mevsiminin ismi...

Denizle kucaklaşmadan önce ona "bakarak" iyice duygu ve düşünce süzgecinden geçirmeli. Buna yetecek kadar uzun zamanlar yakındır !TwitterTwitter'da paylaş

9 Haziran 2011 Perşembe

Mutluluğun peşine düşme hakkı

Ülkemizin seçim heyecanı yaşadığı hafiften ısınmaya başlayan bu haziran günlerinde herkes patlamaya hazır bir bomba gibi. Kutuplaşmanın limitindeyiz...Takım tutar gibi parti ve duymayı seveceğimiz şeyleri söyleyen parti liderlerini tutan halkımız bir final maçı bekler gibi bekliyor pazar gecesini. Az kaldı. Neyse ki !.Çoğumuz süren heyecana kapılmış gidiyor olsa da bir kısmımız da sıkıldık bunlardan. Daha fazla sıkmak niyetinde de değilim bir bildirgeden dikkatimi çeken hoş detaydan giriş yapıp eli kulağında olan seçimlerle bitirmeye çalışacağım yazımı.

Koloniler birleşerek Büyük Britanya Krallığındana ayrı olarak bağımsızlıklarını ilan ederler ve 1776 tarihinde Bağımsızlık Bildirisini ilan eder Amerikalılar. İlan edilen bu bildirgede çok hoşuma giden bir detay var. " mutluluğun peşine düşme hakkı ..."
Bütün insanlar eşit yaratılmışlardır, onları yaratan Tanrı kendilerine vazgeçilemez bazı haklar vermiştir, bu haklar arasında yaşama, özgürlük ve mutluluklarını arama yoluna gidip onu edinme hakları yer alır.

Bütün insanlar yaratılıştan eşit olarak özgür ve bağımsızdırlar , ve doğuştan sahip oldukları kati hakları vardır. Ki onlar topluma herhangi bir mevkide girdiklerinde , herhangi bir sözleşmeyle dahi ,öyle ki hayati zevklerinden ve özgürlüklerinden , herhangi bir mülk sahibi olma haklarından, mutluluğu ve güvenliği kovalama ve edinme haklarından , zürriyetlerinden yoksun bırakılamaz bunlardan çekip alınamaz.

İnsana birey olarak değer veren bu deklarasyon 1776 yılında ilan edildi dikkatinizi çekerim. Bakın kaç cümle. Zor olmasa gerek ? Öyle mi ki ?

1215 yılının İngilteresini düşünün. Hani o ortaçağın "medeniyetten uzak"(!) İngilteresini...Halk krala " Kralım tamam sen bizden vergi alıp oraya buraya saldırıyorsun ama biz de iki kelam laf edelim yani " deyip Magna Karta Libertatumu ( Büyük Özgürlükler Sözleşmesi ) krala imzalatarak ondan yetkilerinin bazılarından feragat etmesini istemişler. Yıllar önce çözülmüş sorun.

Ülkemiz siyasetinin çirkinleştiği ülkemiz insanlarını da çirkinleştirdiği bugünleri düşünün bir de. Gündemimize? O partinin bu partinin, o kişinin bu kişinin gündemine ! Televizyonlarda , gazetelerde ve hatta meydanlarda konuşanlara bakın...Kendimizi düşünelim ? Demokrasi ne demek ? Oturup parti amblemlerinin altına mühür basmak mı ? O zaman neden Afrika ülkeleriyle aynı saftayız bu alanda ?

Sözün özü o parti bu parti bir farkı yok aklıselim düşününce. Haklar ve özgürlükler , yönetimlerin temelini oluşturan konular varken hep beraber konuştuğumuz şey , gittiğimiz yol fasa fiso , tırı vırı ve falan filan ... Öncelikli çözmemiz gereken tek tip insana hitap etmeyen insan için haklar . Sadece kendi özgürlüğü için değil başkasının özgürlüğü için de çabalayan , mutabakat temelinde hazırlanmış yeni bir anayasa.

Yoğun seçim maratonu bende böyle bir netice verdi sanırım. Umarım sıkmamışımdır. Girmem daha da böyle konulara. Seçimler hayırlı olsun ülkemize ve insanlarına şimdiden...TwitterTwitter'da paylaş

5 Haziran 2011 Pazar

Safranbolu - Haziran 2011

Uzun zamandır fotoğraf paylaşmıyorum burada. Bugün biraz fotoğraf çektim ve seyirlerinize sunmak istiyorum...








-------------------------------------------------------------------------------------
© Fotoğraflar dalgaizlerine aittir.TwitterTwitter'da paylaş
Blog Widget by LinkWithin