Recent Posts

26 Mayıs 2011 Perşembe

Dördüncü Karayip Korsanları

Karayip Korsanları'nın yapımcıları hala para kokusu almaya devam ediyorlar ki serinin dördüncü filmi olan Karayip Korsanları:Gizemli Denizlerde'yi çekip bizlere sundular. İki arada bir derede zaman ayırıp izlediğim filmi beğenip beğenmediğime ne yalan söyleyim karar veremedim. Genel olarak özetlemeye çalışırsam içinde güzel şeyler olan kötü bir şey diyebilir miyim film için (?) Onu da bilmiyorum. En iyisi bana göre filmin artı ve eksilerini çıkarayım ki belki bu işimi kolaylaştırmış olur.

Bardağın dolu tarafından bakıp artılarından başlayayım :

+++++ Artıları +++++ :

+ Johnny Depp'in oynadığı ve artık efsaneleşen Jack Sparrow karakteri. Adam bu kaçık kaptan rolünün hakkını veriyor. Öyle ki belki de bu çılgın rol ona Alis Harikalar Diyarındaki Şapkacı rolünün de kapılarını açmıştı. İnsan izlemekten sıkılmıyor.

+ Bu seride Orlando Bloom ve Keira Knightly ikilisi yok. Sıkıcı olmaya başlamıştı.

+ Penelope Cruz vaaar. Penelope Cruz vaar. Penelo...:)

+ Karakterlere değinmişken Geoffrey Rush'ı anmamak olmaz. The King's Speech'te özellikle çok beğendiğim oyuncu bu filmde de kayda değer bir iş çıkarmış.

+ Gerçeküstü öğeler olmasa gerçekler çok yavan olurdu. Film yine masallar diyarında bir yolculuğa çıkarıyor. Bu sefer işin içinde gençlik pınarları, denizkızları var.

+ Öyle ya da böyle bir macera filmi. Koşuşturmaca ve devamlı hareket dolu sahneler var. İlgi sürekli açık tutulmaya çalışılmış.

+ İzleyecek hiçbir şey bulamayanlar oturup manzarayı izleyebilirler. Issız adalar, güzel sahiller , yemyeşillikler içinde pınarlar , doğa harikaları...(Survivor'a bakmamla aynı neden. Medya maymunlarını da katarsanız belgesel izlemiş gibi olursunuz) 3D seçeneği de varmış onda görüntüler daha iyi olabilir ama karanlık kısımlar da var filmde 3D o kısımlarda nasıl sonuç verir bilmiyorum.

+ Yine kendine has mizah unsurları taşıyor.

----- Eksileri -----:

- Serinin diğer filmlerinden kısa olsa da yine iki saati aşıyor süresi. Macera bana yetmez iki saat beni sıkar derseniz. Bu arada neler yapardım diye düşünürseniz bilemem. Benim, belki de filmle alakası yoktur, vicdanım sızladı.

- Aslında belli bir konusu yok filmin insan kendini bir anda koşuşturmanın içinde buluveriyor. Bunu beşinci filmi çekecekleri için de yapıyor olabilirler.

- Birçok şey önceden tahmin edilebiliyor filmde . Ne olacak ne bitecek kafa yormadan sadece yukarıda bahsettiğim artılar için giderim. O da olmadı evde mısır patlatmak da nesi hazır sinemada patlamışı varken deyip mısır yemek için de gidilebilir.

- Bir ara kılıç ve bunun gibi seslerden o kadar rahatsız oldum ki anlatamam. Cangır cungur... Bu benim gittiğim sinemanın ses sistemiyle de alakalı olabilir.

- Son yıllardaki vampir furyası bu filmde de kendini göstermiş. Güzelim denizkızları adam yiyor.

- Eğlenceli ama öyküsü kötü. Jack Sparrow yaşlanmış ve eskisine göre daha ağır ve daha az kaptan gibiydi. Bazı seri filmlerinde bunu düşünürüm. İlla film çekmek için çekilir. Bazı anlarda zorlama bir film gibi geldi.

Tekrarlıyorum benim için içinde güzel şeyler olan kötü bir şeydi. Zaman geçirmek için izlenir.TwitterTwitter'da paylaş

22 Mayıs 2011 Pazar

Şampiyon

TwitterTwitter'da paylaş

19 Mayıs 2011 Perşembe

Eski Zaman Seyyahları ve bir MİM

Değerli blog dostum Burcu Ilımlı Fısıltılar adlı güzel blogunda beni mimlemiş. Konuyla ilgili yazacaklarımın ilginç olacağını düşünmüş.Kendisine teşekkür ederim.

Mim konusu şöyle : Tarihsel devinimde nerede olmak isterdin? Neden orada olmak isterdin? Kimi görmek isterdin?

Bu mim konusunda oldukça şanslı sayılırım çünkü tarihi severim. Ondan ders çıkarmak için falan da sevmem basit bir şekilde eskiye ait olduğu için severim. Bu sayfalarda bunu çok yazmışımdır ve de yazacağım da. Eskiler güzeldir. Bu içinde bulunduğumuz zamanlar da ilerde bana daha güzel gelecek eminim.

Son zamanlarda tarihin hangi noktasında olmak isterdim konusunu sık sık düşünüyordum aslında iyi denk geldi. Bu, hangi zamanda yaşamak isterdim gibi değil çünkü bunun aksine şu halimle hangi zamana yolculuk yapmak isterdim fikri beni cezbediyor. Birkaç senedir Amin Maalouf kitapları okuyorum. Birçok araştırmanın takibinde yazdığı kitapları roman da olsa tarihi olduğu gibi yansıtıyor diye düşünüyorum. Hani bir roman karakterinin yerine kendinizi koyarsınız ya! Ben de bu kitaplarla o eski zamanlara gitmek isterdim . Yüzüncü addaki Baldassare Emriaco'nun yol arkadaşı olan bir antikacı olmak isterdim.


Sonra Evliya Çelebi mesela...Gezilerinin arasında dinlenmek üzere uğradığı bir handa hemen yanı başında onu gözlemlemek belki iki çift laflamak isterdim tebdil-i kıyafet ve tabi yine şimdiki halimle. Dedim ya ışınlanmak isteği benimkisi. Okuldayken o öğretilen meydan savaşlarına ışınlanmak isterdim. Hemen şimdi gözümü kapadığımda savaşın olduğu alana hakim bir tepede savaşı izlesem derdim. Alanda değil de tepede olmak isterdim :)

Yine 17. yüzyılda yaşamış seyahatnamesini okuduğum Jean De Thévenot'ya Anadolu gezisinde eşlik etmek isterdim bizim Çelebi'yle işim bittikten sonra. İstanbul , İzmir , Batı Anadolu ve Ege adalarını gezip anlatmış Thévenot. Zevkle okudum. Zaman ne kadar geçerse geçsin bir toplumun karakterinin değişmediğini gösterdi bana. Yabancının gözünden tarihimizi dinlemek de ayrı bir keyif nedense dışardan bir göz bazı ayrıntıları daha iyi görüyor.

Frenk kıyafetleri içinde Thévenot ve ben 1600'lü yıllarda Sakız adasına beraber kürek çekerken yaptığımız bir muhabbet arasında bir önceki durağı olan İzmir notlarından bahseden seyyaha " Jean şu yazdıklarını kitap yapsan ya hem ilerde de okurlar" desem. "Pehh dese" gülse . Bunun üzerine olacakları bilen ben de gülsem bıyıkaltı...

Tarihte hangi noktada kimle olmak istersiniz sorusu yukarıda okuduğum kitapların etkisinde kalıyor olacağım ki hep bu şekilde aklıma geliyor. Aklıma ilk geldiği şekliyle paylaşmak istedim.

Şimdi benim de bu mim'i başkasına devretmem gerekiyor sanırım. Dalgaİzleri'nin nazını kim çeker bilmiyorum ben şöyle yapayım : Tarihin hangi noktasında olmak isterdiniz ve neden sorusunu ilginç bulan takipçi blog arkadaşlarım bunu mim olarak kabul etsinler lütfen biz de zevkle okuyalım.

-------------------------------------------------------------------------------------
© İlk fotoğrafta iki seyyah Thévenot ve Evliya Çelebi. Sonraki fotoğraflar dalgaizlerine aittir. İlk ikisi Safranbolu Cinci Hanından. Son fotoğraf Thévenot'nun da ziyaret ettiği Bodrum kalesinden.TwitterTwitter'da paylaş

18 Mayıs 2011 Çarşamba

Rembetiko filminden bir öğüt şarkısı

1983 yapımı Rembetiko filmine dair başta filmdeki şarkılar olmak üzere birçok şey hatırlıyorum. Bu güzel filmle ilgili aklıma mıhlananlar içerisinde Marika karakterini ayrı bir yere koymam gerekir sanırım.

Marika karakterini oynayan Sotiria Leonardou'nun filmde söylediği, çok da güzel söylediği bir şarkı var. Bugün bende iz bırakan çok sevdiğim bu şarkı üzerine bir sayfa açayım dedim.

Bu şarkıda bir şeyler var. Filmi hiç izlemeyen şarkıda neden bahsedildiğinden de bihaber olan kişi bile Marikanın sesinden ya da halinden tavrından etkilenebiliyor.

Rembetiko 'da trajediyi yaşayan Marika aşağıda paylaştığım sahnede oturduğu yerde durağan bir şekilde söylüyor bu şarkıyı. Baştaki yüz ifadesi fazla acının verdiği umursamazlığı getiriyor aklıma ilk olarak. O kadar şey gördüm ve yaşadım ki hiçbir şey beni kötü etkileyemez der gibi sanki. Hüznü , acıyı müziğin tonlarında ya da şarkı sözlerinde değil de onun yüzünde görüyoruz ilkin. Şarkıyı söylerken çıkardığı her ses acı veriyor gibi. Bunun yanında vakur duruşuyla bilmiş öğüt verir bir havası da var. Şarkının sözleri de zorlukları ve hüznü anımsatsa da güç veriyor bana. Dediğim gibi bu sahnede bir şey var...


Aşağıdaki çeviriyi Yunanca aslından yapılan bir İngilizce çeviriden yaptım. Üzerine yorumlar yapılabilecek mecazi anlamlar var. Yunanca bilenler çeviride yardımcı olsunlar isterim.

To Dihti / Ağ

Yolculuğumuzun devam ettiği bu hayatın her yolunda
Kendini bulmak için havanın kararmasını bekleme
Gözlerini gece ve gündüz açık tut
Önüne daimi gerilmiş bir ağ var çünkü

Ve eğer bir gün bu ağın tuzağına düşersen
Kimse seni oradan çekip çıkaramayacaktır
Kendi kurtuluşunun yolunu yalnızca sen bulmalısın
Ve eğer şanslıysan her şeye tekrar başlarsın

Yazılmış mühürlü kitapta
Bu ağ birçok ad ile tanınır
Bazıları onu zavallı adamın bir "oyunu",
Ve bazıları erken bir "bahar aşkı" olarak bilir.

Ve eğer bir gün bu ağın tuzağına düşersen
Kimse seni oradan çekip çıkaramayacaktır
Kendi kurtuluşunun yolunu yalnızca sen bulmalısın
Ve eğer şanslıysan her şeye tekrar başlarsın

Bir ağ ! Hayatın her anında bizi çepeçevre saran. O ağın ilmiklerinin arasından sıyrılmak da kurtalacağımız ağa nasıl yaklaşacağımızı bilmek de bizim elimizde ! Hayal kırıklıkları sağa sola savrulan küfürler ya da tatlı mutluluklarla dolu ! Bir ağ !

İzlemeyenlerin Rembetiko filmini izlemesini öneririm ayrıca. Yunan sinemasının en iyi film örneklerinden biri genel kanıya göre. Etkileyici bir trajedi ! Müzikler de özellikle güzel.TwitterTwitter'da paylaş

17 Mayıs 2011 Salı

Teknolojinin Yeni Harikası

Birçok şey eskiyecek , teknolojinin esiri olacak. Bir şey dışında...!

TwitterTwitter'da paylaş

16 Mayıs 2011 Pazartesi

Dali Ve Buñuel İçin Rüya Tabiri

Dolunay'ı kesen bir bıçak ve bir kadının gözünü aynı yönde kesen bir jilet...Yapılan ilk sürrealist film olan " Un Chien Andalou / Bir Endülüs Köpeği'nin en çok hatırlanan sahnesidir. İlk sürrealist film olmasının yanı sıra çok sevdiğim yönetmen Luis Buñuel'in ilk filmidir ve senaryoyu da Dali'yle birlikte yazmıştır.

20. yüzyılın başlarında popülerliğini artıran sürrealizmin bir ürünü olan bu akıl dışı film 1928'de çekilmiştir. Sürrealizmin iki ustası Buñuel ve Dali söylediklerine göre filmi bir bakıma eğlence için çekmiştir.

Buñuel filmi gördükleri rüyalar sonucu çekmeye karar verdiklerini söylüyor. Aslında sabit bir anafikri olmayan akıldışı 17 dakikalık filmin senaryosunu oluşturan iki rüyadan birisi de Dali'ye ait. Dali'nin gördüğü rüyada bir el dolusu karınca yönetmenin gördüğünde ise bir gözü kesen bıçak var . Birbirlerine anlattıkları bu rüyanın üzerine bir film yapabileceklerini düşünüyorlar ve tam yedi günde bir çekim metnini hazırlıyorlar bile. Film çekiminde hiçbir kuralın esiri olmuyorlar da. Tek kıstasları çektikleri kısımları beğenip beğenmemeleri oluyor. Dali ya da Buñuel'den birinin yok ben bu sahneyi beğenmedim demesi o sahnenin değişmesi için yetiyor. İkisi arasında bulunan bu ortak anlayış sonucu ortaya akıldışı öğeler taşıyan bu unutulmaz film ortaya çıkıyor.

Her ne kadar Luis Buñuel ve Salvador Dali'nin bu rüyalarına Freudyen bir bakış açısı ile bakmak gerekse de ben biraz iş eğlenceli olsun istedim ve internet sayfalarındaki
rüya tabiri sitelerine başvurdum. Hangi rüya neye işaret etmiş ? Rüya yorumlarını buraya yazıyorum rüyaların bu sonuçları getirip getirmediği ya da ne kadar gerçekleştiği konusunda yorum sizlerin. Bence bazı şeylere işaret etmiş bu rüyalar :)

Dali'nin gördüğü karıncalar : Karınca görmek bolluk ve bereket işaretidir. Rüyada karınca görmek, aşırı hırslı biri olduğunuzun ve hiçbir şeyden memnun olmadığınızın belirtisidir.Rüyada görülen karınca uzun ömre yorulur. Para ve bolluktur.

Buñuel'in gördüğü bıçak ve göz : Rüyada elinde bıçak görmek, güç ve varlığın sürekli olacağına, bıçakla birşey kesmek, eline maddi kazanç geçeceğine işarettir. Bıçak gören kişi yükselir, mevki sahibi olur. Bıçak iyi bir yardımcıya işarettir.
Göz ise din ile yorumlanıyor.:) Buñuel'in rüyasında kesilen bir göz görmesi ironik bir anlam kazanıyor böylece.

Usta sanatçıların aykırı kişiliğini yansıtan bu ilk çalışmalarını, bu 17 dakikalık rüyayı izlemediyseniz izlemenizi öneririm. Buñuel'e göre sembolik öğelerden bir sonuç çıkarmanız yersiz ama siz çıkarabiliyorsanız yine de bakın. Ya da anlamsızlıktan anlam çıkarmak için o da olmadı şok olmak için izleyin derim.TwitterTwitter'da paylaş

8 Mayıs 2011 Pazar

Edebiyat dünyasından bir anne : Ursula

Aslında edebiyatta anne karakteri deyince aklıma ilk olarak Albert Camus'nun "Annem ölmüş bugün, belki de dün..." sözleriyle başlayan çok sevdiğim "Yabancı" kitabındaki Meursault başkarakterinin annesi geliyor. Kitabın başında ölmüş olduğu için hakkında pek bir şey yazamıyorum. Belki bir dahaki anneler gününde bu annenin oğlu hakkındaki düşünceleri üzerine varsayım niteliğinde bazı çıkarımlarda bulunurum.

Nasıl bu anne Yabancı romanını roman yaptıysa Gabriel Garcia Marquez'in Yüzyıllık Yalnızlık romanını roman yapan anne karakteri de Ursula Buendiadır bana göre. Bilmiyorum nedendir ama anneler gününe ait kutlamalarda bütün cümleler " vefakar , cefakar annelerimiz " diye başlar ya belki de ondan ilk olarak bu ikisi aklıma geldi.

Buendia ailesinin direği Ursula . Bu "anaerkil" ailenin her şeyi...Sadece çocuklar için bir anne değil ailenin geçimini sağlayanı , para kazananı...

Bana göre kitabın en önemli karakteri Ursula Buendia etkisini kitabın başlarından ziyade devamında gösteriyor. Ursula'nın devamlı kendiyle çatışma içinde olan kişiliğini seviyorum. Bir yandan sorumlu olduğu aileyle ilgilenirken bir yandan da aile mutsuzluğuna katkıda bulunuyor sanki. Kendisini evine ve ailesinin devamına adıyor. Çoğu zaman aile bireylerinin mutluluğundan önce para ve sosyal konumunu ön plana alıyor. En ilginç yanı ise Ursula sanki Jose Arcadio'nun eşi değil de sanki ona da "annelik" yapan bir karakter izlenimi oluşturuyor zihinlerde.

115 yılı aşan bütün bir ömründe ailesine acımasız diktatör oğullarına bile bakar onları yönetir. Uzun yaşamı ona hayatın kendini tekrarlayıp duran çember olduğunu öğretir. Gözleri kör olsa ezilse büzülse dahi ailesinin iyi olduğunu bilir ve onların koruyucu meleği olur o :

"...Ursula da hamaratlıkta kocasından geri kalmazdı. Ufak tefek,çalışkan, ciddi, siniri sağlam, ömründe bir kez olsun şarkı söylediği duyulmamış bu kadın, kolalı içeteklerinin boğum hışırtısını peşindensürükleyerek şafaktan geceyarılarına kadar oradan oraya koştururdururdu. Bastırılmış toprak taban, sıvasız kerpiç duvarlar,kendi elleriyle yaptıkları yontulmamış tahtadan döşemeler, onunsayesinde her zaman tertemiz olur, giysilerini kaldırdıkları eskisandık mis gibi fesleğen kokardı. "

Edebiyatta anne unsuru denince aklıma ilk gelenlerdi bunlar. Sizler de aklınıza gelenleri yorum bölümünde paylaşırsanız mutlu olurum.

Bu yazıyı da aracı yaparak tüm annelerin anneler gününü kutlarım !

-------------------------------------------------------------------------------------
© Resim "çiçek taşıyan" Diego Rivera'ya ait. Fotoğraf Marquez'in sevdiğin bir fotoğrafı.TwitterTwitter'da paylaş

7 Mayıs 2011 Cumartesi

Haftanın İzleri , mayıs 1

* Gelmeyen bahar . - Varsın gelmeyiversin.

* Türkçe'ye Mutluğun Peşinde olarak çevrilen Rabbit Hole filminde Nicole Kidman performansı - Natalie Portman'ın aldığı Oscar'ı sorgulattı.

* Karabükspor - Fenerbahçe maçı bilet fiyatları - En ucuzu 200 TL. E bir Fener şehre kaç kere gelir ?

* Ankara Armada Alışveriş Merkezindeki Remzi Kitapevi. - Harikalar diyarı gibi kapıdan girer girmez bir kitap kokusu.

* "Proust Yaşamınızı Nasıl Değiştirebilir" kitabıyla Alain de Botton biraz durumu kurtardı . - Prousttan ötürü müdür nedir sevdim...

* Leonard Cohen - Dance Me To The End Of Love ve Manu Chao - La Vida Es Una Tombola

* Televizyonda Profilo'nun Anneler Günü temalı reklamı

* Haftamın en güzel en güç veren sözü " O sırada kitap okuyordum." oldu. - Vazgeçilmezim olma yolunda.

Önümüzdeki günlerde bu başlıklar altında yazılar yazmayı düşünüyorum.

En güzel haftalar ve izleri bizlerin olsun...TwitterTwitter'da paylaş

5 Mayıs 2011 Perşembe

House Felsefesi

Öncelikle yazı 7.sezon 20.bölümden bazı unsurlar içerecektir.Henüz izlemeyip de bunları görmekten , okumaktan rahatsız olacaklar uzak durabilirler.

Bölümle ilgili sevdiğim kısımlarda ekran yakaladım ve burada bunları resim olarak paylaşmak istiyorum. 13 ve replikleri çok iyiydi.

"Neysek oyuz."

House'un son izlediğim bölümünde kahramanlarımızın mutsuzlukarı ön plana geldi yine. İngilizce'de bu durumdakiler için kullanılan kapsamlı bir "miserable" tabiri vardır.Bunu acı ve değersizliği beraberinde getiren mutsuzluk hali diye özetleyebiliriz. Şunu farkettim ki dizi kahramanlarının nükseden bu hali beni fazlasıyla memnun ediyor. Mutsuz insan görmekten zevk aldığım anlamına gelmesin bu aksine bir çokları gibi tersini severim. Ancak böyle olunca her biri hayat üzerine felsefenin derinliklerine dalıyorlar.

Yıllar boyu televizyonlarımız insanımızı yanlış yönlendirdi. Yönlendirdi diyorum çünkü hiçbirimiz bu etkiyi görmezden gelemez. Annelerimiz-babalarımızdan beri karşısına oturduğumuz dizinin,filmin ortasında onların ne sorunsuz bir hayat yaşadıklarını gördük. Çizilen pembe "çiçekli böcekli" tablolar birçok yönde hayatımıza işledi. O gördüklerinde aradığı mutlu hali bulamayıp intihar edenler, geleceğini mahvedenler , kendine gösterilen "aşk" diye tanımlanmış ilişkileri bulamayıp beyni su kaynatanlar...Şimdilerde de Araplar tarafından takip ediliyoruz bu yarışta.

İnsanın gerektiği kadar masala ihtiyacı vardır. Yalnızca nerede ihtiyacı olduğuna ve bunu nerede kullandığına dikkat etmelidir. House'u sevmemin birçok nedeninden birisi de hayatın gerçek yüzünü izleyenlere sunmasıdır. Hayatta hatırlanacak olan ve büyütülen mutsuzluklardır. Son zamanlarda birkaç defa rastladığım bir güzel sözü paylaşmak gerekirse " insan hafızası mutsuzluklarıyla aynı yaştadır. " Bunun aksini iddia eden "çiçekçi böcekçi"ler olacaktır. Kendilerini avutma yoluna gitmiş masal dünyası insanlarıdır onlar. Bilmelilerdir ki bembeyaz bütün bir masa örtüsünde sadece birkaç siyah leke olsa bile bunlar dikkat çekecektir.

Bu arada dizilerimize eleştirilerimizin gölgesinde de kalsa Behzat Ç'ye ayrı bir yer açmak gerekir diye düşünüyorum. Konuyla ilgili geçenlerde bir sahne vardı ki çok beğendim. Behzat ve savcı yakınlaşmasında... Behzat'ın benden bir şey olmaz mutsuz oluruz biz hiç başlamayalım sözlerinin üzerine Savcı'nın Biz de mutsuz olalım sözü ... Bu final mutlu- mutsuz ve birlikte olmak kavramları üzerine "düşündürdü". Sorayım diğer yapımlarda adamın bu sözünden sonra kadının cevabı ne olurdu ?

House'un Life sucks fikrinin önde olduğu bu bölümde 13'e yeniden hoşgeldin diyoruz. Finalde beraber hayata ilişkin çözümlemeler yaparken bir yandan da cips yiyorlar (!). Birçok House final sahnesi gibi çok etkileyici buldum . Belki de uzun süreden sonra House bu kadar umutsuz kalıyor...

oTCwmq on Make A Gif, Animated Gifs
created using the animated gifs maker at MakeAGif
Burada da yakaladığım görüntülerden bir hareketli gif yapayım dedim. Daha iyisini nerede yaparım yardımcı olacak varsa önerilerini beklerim.

İzlemeyenler 7 sene geç kaldınız. Öneririm. Müdavimlere iyi seyiler !TwitterTwitter'da paylaş

3 Mayıs 2011 Salı

Mim Denen Şey

Saadet Kağıttan Gemiler adlı güzel blogunda benden blog hikayemi anlatmamı istemiş.Teşekkür ederim ! Bloglar yasasının bilmem kaçıncı kanununa göre de yazmam zorunluymuş.:) Mim denen şey buymuş bir ilki yaşıyoruz. İlki yaşarken de ilki anlatmaya çalışacağım şimdi...

Çoğu blog yazarlarının bloglarında yazma nedeni benzerlik taşır. Benim de Dalga İzleri'nde yazmamın uzun uzadıya yazabileceğim nedenleri var. Ancak sadece başlangıç hikayesinden bahsederek kısa tutmak istiyorum.

Bundan birkaç sene önce, Zuzuma adlı bir internet platformunda , dostlar mekanında fotoğraf ve fotoğrafçılığa olan ilgi tavan yaptı. Hani şu birbirine komşu ev hanımlarında olan bizim komşu şunu almış bizde neden yok durumunda olduğu gibi grup üyeleri tek tek profesyonel fotoğraf makinaları almaya başladık. Benim açımdan devamı şöyle oldu diyebilirim. Fotoğraflar çekildikçe içten içe dürten bir paylaşma ihtiyacı doğdu. Bunun üzerine birkaç kişi internet sitesi açma fikri üzerine yoğunlaştık. Açtık da...İnternet sitesi oldukça karışık geldi sözün özü uğraşamadım. Kolaya ve basite kaçtım ve bir blog açtım. Kesinlikle böylesi benim için daha kullanışlı oldu diye düşünüyorum. Zamanla hayatın getirdiği ve götürdüklerini , bıraktığı izleri aktardığım bir yer oldu.

Dalga İzleriyle beraber internet dünyasına giren internet sayfalarını da analım bu arada. MaviElmas ve Nehirİda. Bir de teşekkür edelim bu fırsatla çok yardımları olmuştur kendilerinin.

"Mim denen şeyin" acemisiyim umarım kabul görür.

Hayat hepimizde güzel izler bıraksın !!!TwitterTwitter'da paylaş

Bir Star Tv El Clasico'su Olarak Papatyam


Üstüste gelen Barcelona - Real Madrid nam-ı diğer El Clasicolar futbolseverler için bir bayram havasında geçti. Türkiye'de maalesef görmediğimiz hatta dünya üzerinde nadir bulunan bir futbol resitalini izleme şansı bulduk. Medyamız geneli Shakira - Pique aşkını haber etseler de bu maça da ilgi gösterdiler. En son gazetelerde fotoğraflar yayınlandı haberlere konu oldu "Dünyadan El Clasico heyecanı " diye. O beğenmedikleri Afrika kabileleri jeneratörle çalıştırdıkları televizyonlarında bu maçı izliyorlardı. Ekranda Messi ile aslında aç bitap olan Afrika çocukları aynı karedeydi. Haberden çıkarılması gereken özet aslında şuydu: Tüm dünyanın gözü bu maçta. Bu akşam serilerin son maçında bütün dünya yine bu maçı izleyecek . Biz hariç ... Türkiye "tüm dünyanın izleyeceği" bu maç yerine aynı saatte Papatya mı ne öyle bir dizi izleyecek.
Maçı evde rahat rahat şifresiz kanalda izlemek yerine bu diziyi sanki başka gün ve saatte yayınlayamıyormuş gibi bu saatte yayınlayarak futbolseverleri güya D-Smart üyeliğine zorluyorlar.

Bir de bu ülkede futboldan , futbolun sevilen bir spor olduğundan , gelişebilirliğinden konuşuyorlar. Türkiye'de futbol falan yok bu zihniyetle de olmayacak. Futboldan anladığımız saatlerce süren laf salatası , demagoji programları , futbolcuların özel hayatlarıyla süren magazinel atışmalar , klişe çıkmazlar üzerine yorumlar , sahalara küfür etmeye giden yobazlar ne yazık ki.

Arabesk kültürü her şeyde içimize işlemiş ki futbolda da acı çekmeyi hedef alıyoruz futbolun güzelliklerini bir kenara bırakarak. Nasıl aşk acısı çekmek için aşık oluyorsa bu milletin insanları futbolu da işler kötü gitse de otobüs taşlasak , ona buna dalaşsak olarak ele alıyor. Sahadaki güzelliklerin hiçkimse farkında değil...Nasıl olabilir ki ?

Futbolu "futbol" olarak sevmiyoruz.

Biraz bozuldum bu olaya kusura bakmayın ama bu yazıyı buraya yazamayacaksam bu blogun varlığının nedenini de sorgulamam gerekecekti. Benzeri bir yazıyı birazdan startv izleyici temsilcisine göndereceğim. Biliyorum Papatya izleyicilerini hiçbir zaman yenemem. "Onlar çok güçlüler."

Papatya'yı izleyeceklere iyi seyirler dilerim .

Bu arada yine inadına benim D-Smartla işim olmaz...TwitterTwitter'da paylaş
Blog Widget by LinkWithin